29 Mart 2008 Cumartesi

Metal Sözlük # 2 : Şeytan bunun neresinde?


Metali ifade eden bir numaralı simgedir! Devil’s horn, yani şeytan boynuzu diye bilinen bu şekil; işaret ve serçe parmakları açık dururken yüzük ve orta parmağın arkaya kıvrılması, baş parmağın da kıvrılan iki parmağın üzerine yerleştirilmesi ile yapılır. Nadiren baş parmağı yana açarak yapana da rastlanır. Hem grup üyeleri hem de seyirciler konserlerde, showlarda poz verirken, bu işareti yaparak metalci olduklarını ifade eder. Metale saldırmak için bahane arayanlar içinse bulunmaz nimettir. İşaretin şeytan kafasına benzerliğinden hareketle metali satanizmle eşleyiverirler. Halbuki Ronnie James Dio’nun terminolojiye kazandırdığı işaret, Dio’nun Italyan ataları tarafından kötülüğün gözü (evil eye) diye bilinir ve bizdeki nazar boncuğu misali kötülüğü yani şeytanı kovmak için yapılırdı. Nerden nereye:)

Metal Sözlük # 1

27 Mart 2008 Perşembe

Walking in the Shadow of Whitesnake




So sailing ships dont pass you by... İlk edindiğim Whistesnake albümü Slip of the Tongue'un aklımda en kalan parçasıydı
Sailing Ships. Albüm 80 küsür tarihliydi ama benim edinmem 91-92 falandı heralde. Hatırlayan vardır, Uzelli’nin çıkardığı kapağının sadece dışında baskı olan, iç kısmının boş olduğu albümlerdendi. Dikkatli mi dinlemedim nedir artık bilemiyorum, çokta ilgimi çekmemişti o zaman. Bu gün aslında çok beğendiğim 3-4 tane WS klasiği barındırır içinde. Neyse sonra bir yerlerde okudum sanırım, 1987 isimli albüm çok iyiymiş, çok satmış bilmemne. Tüh dedim yanlış albümü almışız, neyse Slip’i aldığım kasetçiye yine gittim. Aynı model Uzelli marka kaseti alıp koşaraktan eve döndüğümü hatırlıyorum.Still of the Night,
Bad Boys,Give Me All Your Lovin’ diye giderken albüm harbiden uçuyor falan, Coverdale’in o eşsiz sesi gitarlar falan derken birden hasss.. diye kaldım. O ne ya 3-5 sene önce 10-11 yaşındayken içinde Big in Japan, Life is Life gibi 80lerin pop klasiklerinin olduğu karışık kasetimde yer alan slow şarkı.Is this Love’mış adı meğer. Bunu bu herifler mi söylüyormuş ya pekte Hard Rock gibi değilmiş ama neyse diyerekten devam ettim dinlemeye. Kasetin B tarafında başka bir sürpriz beni bekliyordu. Yıllar evvel video klibini görüp, hastası olduğum şarkı Here I Go Again... Unutmuş muydum, WS’in şarkısı olduğunu mu bilmiyordum ondan tam emin değilim ama o gün arka arkaya baya dinlemiştim. (Komikte bir hikayesi varmış yeni öğrendim yazının sonuna koyucam). Neyse, zamanla Metalin daha sert türlerine kaymaya başladıkça Hard Rock gruplarını biraz ihmal etmeye başladım. O kalitesi rezalet WS kasetlerim de ya dinlemekten bozulmuş ya da teyp tarafından akordiyon haline getirilmişti. Bir kaç defa kasetçilerde de aradım ama Uzellinin de batmasından mütevellit piyasada bulamadim. Bu gün sahaflara gitseniz birinde kesin karşınıza çıkar, ben o zaman akıl edemedim. Neyse konuyu dağıtmayalım. Bu Thrash, ve Speed Metal ilgisi Death Metale doğru kaymak üzereyken kesilmeye başladı. Yeniden Hard Rock ve Heavy Metalin klasik gruplarıyla ilgilenmeye başladığım. Scorpions, Rainbow, Saxon... bir süredir bağlarda olan zayıflama nedeniyle ihmal ettiğim albümlerime geri döndüm. İşte bu günlerde başka bir sürprizle karşılaştım, Whitesnake bazılarını yeniden remixlediği pek çok klasiğini ihtiva eden bir Greatest Hits albüm yayınlamıştı. İçinde Here I Go Again’in yeni bir versiyonu ( Ki sonra öğrendim bu WS albümlerinde yer alan 3. farklı versiyonuymuş) ve Slip of the Tongue albümünün single b-sidelarından biri olan Sweet Lady Luck’ta vardı (Albümde yer alacak kadar iyi bir şarkıymış b-side olarak yazık etmişler) ve maalesef Sailing Ships yoktu. Neyse.. ciddi anlamda çok uzun süre dinledim,sonra eski albümlerin cdlerini ucuza satan bir yer keşfetmemle beraber bütün albümlerini edinmeye başladım. Diskografyasını edinmeye başlamamla birlikte WS’in müziğinin 2 ayrı dönemden oluştuğunu, kuruldukları yıl olan 1978den 1984’e kadar olan dönemde daha blues tonları ağırlıklı bir tarz tercih ettiklerini gördüm, özellikle 1979 tarihli Trouble bu dönemlerindeki en iyi albümleri kanımca. 2. dönemleri ise 1984’te yayınladıkları Slide it In’le başlayıp müziğe ara vermeden önce yayınladıkları 1989 tarihli Slip of the Tongue ‘dan oluşan ortamlarda Glam, Pop yada Hair Metal olarak anılan ama bana sorsanız cazır cazır Hard Rock olan dönemdir. Aslında bu iki dönemin birbirinden şu açıdan da farkları var. 1. dönemde Whitesnake’in Britanyada müzik yaptığı 2. dönem ise Amerikaya hareketlendikleri dönemdir. Yayınladıkları o Greatest Hits meğerse yeniden toplanmalarının bir habercisiymiş, Coverdale yeni bir kadroyla, 1997’de WS’i yeniden müziğe döndürdü, yeni albüm Restless Heart . Artık internetti teknolojiydi derken WS’i daha yakından takip edip daha hızlı bilgi alabiliyordum. 1998’de Starkers in Tokyo isimli albümü yayınladılar. Albüm sadece Adrian Vandernberg’ in akustik gitarı ve Coverdale’in sesinden olusan bir unplugged konser albümüydü. Yine bunuda cok dinledim, özellikle sessiz huzurlu zamanlarda...Bunun üstüne uzun bir sessizliğin akabininde yeni bir konser Dvd’si yayinladilar falandi filandi derkeeen. O yine bu yılki gibi arka arkaya konse bombalarının patladığı dönemde bir haber geldi. Whitesnake Istanbula geliyor. İnanamadım uzun süre, ilkez bu kadar çok sevip dinlediğim bir grubun konserine gidecektim. Deep Purple zamanlarından bestesi olan Burn’le birlikte sahneye çıktıkları an hakikaten unutulmazdı benim için... The sky is red, I dont understand, Past midnight I still see the land. People are sayin the woman is damned, She makes you burn with a wave of her hand....

Anlatacaklar bitmez burada keselim şahsi WS otobiyografimle sizlerle birlikte oldum, Bu yıl Good to be Bad adlı yeni bir albüm yayınladılar 6 Temmuzda Def Leppard'la birlikte Masstival’de olacaklar, ben de orada olacağım. Hade Eyvallah şimdilik...

Here I Go Again’in hikayesine gelince 1982’de ki Saints & Sinners albümünde nakaratın sözleri "An' here I go again on my own Goin' down the only road I've ever known Like a hobo I was born to walk alone" şeklindeymiş, ancak Amerikalılar hobo’yu homo zannedince nakaratta "Like a drifter I was born to walk alone" şeklinde değişiklik yapmışlar. 1987 albümünde ve Greatest Hits'teki versiyonlarında bu haliyle söylemişler. Komik ....

24 Mart 2008 Pazartesi

Metal Sözlüğü Ek-1: Heavy Metal Teriminin isim babası kimdir?


Ulaşabildiğim kadarıyla bu terimi müzik için kullanan ilk kişi Mike Saunders! Mike Saunders’ın lakabı Metal:-)Müzik yazıları dışında California’lı punk grubu Angry Samoans’ın vokalistliğini de yapmış bir şahsiyet kendisi. 12 Kasım 1970’de Rolling Stone Dergisi’nde Humble Pie’ın “As Safe As yesterday is” plağına yaptığı yorumda heavy metal terimini ilk kez kullanıyor. Daha sonra Metal Mike, Creem Dergisi’nde Sir Lord Baltimore’un Kingdom Come albumunu yorumlarken de aynı terimi kullanıyor Mayıs 1971’de! Ne mutlu bize ki dergi arşivinden bu yorum’a ulaşabiliyoruz.

İşte Mike’la birlikte Creem Dergisi’nde editörlük yapan ve Amerikanın en iyi müzik kiritikçilerinden kabul edilen Lester Bangs, bu terimi Black Sabbath ve Led Zeppeline için defalarca kullanarak genele mal olmasını sağlıyor. Yani isim babaları Mike Saunders, Lester Bangs ve Creem Dergisi diyebiliriz. Maalesef Lester Bangs’ı 30 Nisan 1982’de kaybettik…

23 Mart 2008 Pazar

Zindandan zirveye çıkışın öyküsü: Savatage


84 yılında peder Londra’nın meşhur Barnaby St.’ne takım elbisesi ile girip benim metal gruplar listesini tezgahtaki garip kılıklı hatuna uzattığında iki taraf da birbirini acaip süzmüştü kuşkusuz. Peder listedeki bütün albumlerin olduğunu duyunca pek bozuldu ve “ulan bu acaip müzikler nasıl dinlenir” diye bilmem kaçıncı kez söylendi. En sonunda fiyatı makul olan “Welcome to the danger zone” adlı metalin farklı türlerini biraya getiren eşsiz kompilasyonda karar kıldı! Kimler yoktu ki bu plakta? “Megadeth, Exodus, Q5, Tank, King Diamond’un grubu Mercyful Fate, efsane Japon grubu Loudness, toprağı bol ola Punk kralicesi Wendy O.Williams”. İşte Savatage de Dungeons are calling’le yer almıştı bu plakta. Acı çeken vokal introsu ve kapanışındaki kapı efekti ile gerçekten hücreyi yaşatıyordu, dungeons. Dungeons are calling EP olarak yayınlanmisti ve kısa süre sonra Power of the night albumu Dorian Gray Bant Kayıt Studyosu’na düşer düşmez doldurttuk. Bu album uzay efektivari synthleriyle harikadir, her daim dinlenir. O dönemin metal gruplarından ayıran da synth’lerdi. Bağnaz metalciler müziği yumuşattığı gerekçesiyle kesinlikle synth istemezlerdi. Ancak Savatage bunu gercekten layikiyla yaparak önyargıları yikti ve bircok gruba da bu yonde ilham kaynagi oldu:) Sonra fight for the rock albumu ile çuvallasalar da sonradan Apocalyptica’nın tekrar gündeme getirdiği Hall of the mountain king’le tekrar yukselişe geçtiler. Bu albumde progressive öğeler ilk kez kullanıldı ve essiz 24 Hours Ago da bu albumdeydi. Albumde Grieg’in klasik eserinin metal yorumu prelude to madness muthişti ve ilerde klasiklere bol bol yer verecekti albumlerinde Savatage… Bir çok metal grubu piyasadan silinirken Savatage 89 Gutter Ballet albumunde synth yerine piyano kullanarak metal opera’yi baslatti. Jon Oliva’ya Phantom of the Opera’yı seyretmek yetmişti:)Bu albumle muazzam ballad’ları da başladı Savatage’in, misal When the crowds are gone. Ama klasik Savatage tarzı da korunuyordu…91 albumu Streets’de de metal opera tarzı aynen devam etti. Essiz Jesus Saves de bu albumdeydi, ballad’ların sayısı ise iyice artmıştı… 90 başları metal grupları için zor dönemlerdi. Tavır olarak popüler müziğe aykırı kaldıklarından dönemin ruhuna uygun bireysel grunge patlamıştı. Brit pop’la gitarlar iyice yumuşamış metal grupları demode kalmıştı. Bu şartlarda Streets albumu satışlarına ciddi darbe vurdu grunge! 93’de de grubun yetenekli gitaristi Cris Oliva sarhoş bir şoförün hışmına uğrayıp eşiyle birlikte hayatını kaybeder. Ama savatage yoluna devam eder ve aynı yıl Edge of thorns ve 94’te handful of rain’le aynı tarzını inatla devam ettirdi. Kendine yetecek kadar sadık dinleyicisi vardı çok şükür! 95’de Bosna’ya ağıt Dead winter dead çıktı. Bosna’nın dramı, sırp bir gencin Boşnak kıza olan aşkının konsept öyküsü ile anılıyordu. Savatage metalin farkını tüm dünyanın gözlerini kaçırdığı bir drama cesaretle yer vererek bir kez daha ortaya koyuyordu: Dünyadaki sorunlardan kaçmak yerine onu gözler önüne sermek! Anlayana tabi! Mozart cover’ı Mozart and madness ve Christmas Eve’le metal opera ve senfonik metalin de zirvesine ulaşılıyordu… Bu album sonrası Trans Siberian Orchestra’yı kurdu Jon Oliva! Bol bol christmas parcası yaptılar. In the wake of Magellan’da ise gene konsept bir hikaye anlatılıyordu. Ancak bu album söz müzik herşeyiyle zirveydi ve bundan sonra grup için gerileme döneminin başlaması da kaçınılmazdı. Poets and madman de grup konsept hikaye anlayışını sürdürdü ama önceki konsept albumlerin gerisindeydi album özellikle şarkı sözleriyle… Maalesef son konserini verdiği 2002’den beri aktif değil Savatage, bir umutla bekliyoruz tekrar toparlanmalarını…

20 Mart 2008 Perşembe

Metal Sözlüğü # 1 “Heavy Metal” ilk ne zaman ortaya çıktı?


Sözlüğün ilk konusu muhakkak ki bu olmalı diye düşündük ama cevabı en kazık soru da buydu. Bu soruya hemen herkesin cevabı farklıdırı! Kanımca 60 ve 70 lerde muzik ve davranış kalıpları bakımından ilk kıvılcımlar atılmış da olsa metal, teknolojinin müziğidir ve soundunu tam anlamıyla NWOBHM dönemi ile yani 80 başında oluşturabilmiştir. Dolayısıyla sonradan metal grubu olarak anılacak Judas Priest’ler, Scorpions’lar ilk dönemlerinde anca hardrock diye adlandırılabilir! Ama davranış, duruş, sound, şarkı sözü bakımından ele alınırsa Black Sabbath’ın ilk metal grubu, grubun ikinci albumu Paranoid’in de ilk metal albumu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu tespit de album çıktıktan oldukça sonra metalin hard rock’tan evrilme süreci tamamlandığında yapılabilmişti!

Gelelim metal’le ilgili diğer konulara: En yaygın hata 66 yılında Steppen Wolf’un Born to be wild parçasında geçen “heavy metal thunder” lafıyla başladığı geyiğidir. Parçada heavy metal’den kasıt chopper tarzı büyük motorsikletlerdir, metal müzik değil! Ancak metal’in atası hard rock’a önemli katkı yapan hippi hareketi ve Easy Rider filminin özellikle Amerikan metal grupları açısından önemi ve etkisi tartışılmaz! Heavy metal kelimelerinin bir şarkıda beraber geçmesi açısından ilk olduğu da söylenebilir Born to be wild’ın!

Gene Iron Butterfly’ın heavy albumunun ilk metal örneklerinden olduğu söylenir, ancak tarzı ile gitar kullanma stili ile bu gruptan çok daha fazla bu payeyi hakeden grup var: Misal Metali metal yapan distorsiyon denince ilk gelen akla Hendrix gibi! Ancak heavy kelimesi ile müzik literatürüne sert / ağır tabirinin girdiğini kabul ediyoruz! Sound olarak metale yakın diğer hard rock grupları Cream, Led Zeppelin ve tabii ki B.Sabbath! Kinks ve The Who’nun gitar parçalama vs agresif sahne show’larıyla ilk oldukları da söylenebilir.

Konunun teknoloji ile birebir alakası olduğunun en önemli göstergesi ise metal devi Judas’in 80 öncesi ile sonrasının sound olarak kıyaslanması ile net ortaya çıkar. İlk albumlerinde distorsiyonu az olan Judas 80’lere doğru bulur kendini. Sonuçta NWOBHM akımı ile yani yeni dalga İngiliz Metali ile metalin hard rock’tan ayrılıp ayrı bir kulvarda yürümeye başladığını düşünüyoruz. Yeni dalgadan kasıt da 70lerdeki hard / acid rock gruplarından farklı olarak soundun daha belirginleşmesi olsa gerek. Bu dönem 70 sonlarında Iron Maiden, Motörhead, Saxon, Def Leppard ve Diamond Head’le başlar. Saxon’un 81 tarihli dördüncü albumu Denim & Leather adıyla ve grubun bu kıyafetlerle yaptığı show’larla metal dunyasının modasını belirlemesi açısından önemlidir. Tabi cinsel tercihi nedeniyle homo mağazalarından alış veriş yapan Halford’un deri pantalonlarının erkek egemen metal dünyasında moda olması da ilginçtir

Internet elimizin altında oldukça konuya ilişkin yeni doneler elde ettikçe sözlüğümüzü update edeceğiz deyip yitelim…

17 Mart 2008 Pazartesi

Revolution calling you: Bu seferki devrim, metal devrim:)


Queensryche bu şarkıyı en çok canım Türkiyem için bestelemiş olsa gerek. Gün geçmiyor yeni bir darbe olmasın ülkemde. Askerin e-muhtırası, iktidarın türban salvosu derken son darbe hukukçulardan geldi ve ilk kez iktidar partisi için kapatma istemiyle dava açıldı.

Ama biz metalciler artık sıranın bize geldiğini düşünüyor ve siyah darbe yapıyor, iktidara el koyuyoruz:)İlk iş olarak popçulardan en elektro cilalı seslilerden Kuzu Tarkan, Kayıkçı Mustafa, “Artık Yeter Hande Yener”i zindana kapatıyoruz. Tabi bunlara beste veren, şiir gönderen, bestelerini aranje eden ve hatta dinleyenlerin alayını yedi kule zindanlarına kapayıp hemen yeni bir Manowar konseri ile cezalandırıyoruz. Tabi popüler kültüre ucundan kıyısından bulaşan herkesi topluyoruz, popülist politikacıları da! Eric Adams bu kez “Poppers leave the hall” diye açıyor konseri.

Derken sahneye Queensryche geliyor, Revolution Calling You diyor. Pek tabii ki metal devrim çağırıyor sizi demeye getiriyor. GS’lı metalcileri de unutmuyor ve kestane başkan Can(b)aydın için Hetfield’a uzatıyoruz mikrofonu: Metal Militia ile popçulara popolarından metal aşısını zerk ediveriyoruz. “Militanız alayımız, alaylıyız militanız! “ diye höykürüyoruz Can(b)aydın’a hem konserde, hem stadda: "On through the mist and the madness, We are trying to get the message to you, metal militia..."

Bu arada Tarkan’ın zindanda çok içli besteler yaptığını duyuyoruz. Çıkınca “Kuzunun intikamı” diye metal formatında bir album yapacağına yemin ediyor, af talep ediyor, ama yemiyoruz. Salmıyoruz, yeterince kafa miktin diyoruz. Cezan müebbet diyoruz...

Bu ülkede herkes sırayla iktidara geldi, artık sıra metalcilerde. Açın önümüzü geliyoruz…

7 Mart 2008 Cuma

Tüm duvarlar yıkılsın, yerle yeksan olsun!


Dünyada ne çok duvar (tabu) varmış, yıka yıka bitiremedik! 79’daki eşsiz konsept albumde konuyu iyice vurgulamak için distorsiyon dozunu da artırıp en sert albumunu yapmıştı Pink Floyd. Hemen hepsi eşsiz, In the flesh, Run Like Hell, Another brick’lerin alayı, Happiest days of our lives, muhteşem soloları ile Comfortably numb ve Is there anybody out there, tiyatral parçaların en güzellerinden finalinde duvarın yıkıldığı The Trial ile tüm zamanların en güzel albumlerindendi. Malum sonra filmi de Alan Parker tarafından yönetilen The Wall’da pink adlı karakterin gözünden bir çok sosyal konuya değiniliyor ve başrol figürü Pink’in zihnindeki duvarla birlikte tüm duvarlar yıkılıyordu. Albumde yer almayıp sadece filmde bulunan animasyonla müzik uyumunun eşsiz örneği What Shall We Do Now ı da atlamayalım. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra 1990’da Berlin duvarı şölenle yıkılırken Waters Pink Floyd’u temsilen tek başına da olsa konuk sanatçılar eşliğinde duvarı bir kez daha yıktı. Konserin açılışında metal dünyasını temsilen Alman Scorpions In The Flesh’i harika yorumlamıştı. Gerçi Scorpions elemanlarının sahneye beyaz limo ile gelişleri fazla kapitalistti ama… Berlin Duvarına ilişkin bir yıkma girişimi de metal dünyasından gelmişti: Accept’in Balls To The Walls’u! Klibinde duvara doğru headbang yapılmış, dev toplar eşliğinde duvar yıkılmış, şarkı enkazın üzerinde bitmişti. Son güncel haber henüz netlik kazanmasa da bu yıl Lefkoşa’daki yeşil hattaki duvarın orada Waters’ın konser vereceği şeklinde. İnsanoğlu’nun anlamsız egolarının ürünü saçma ideolojilerle bezeyip inşa ettiği bir duvar daha yıkılmak üzere, darısı Filistin’deki utanç duvarının başına diyor ve haykırıyoruz: “Tear down the wall!” Önce kafanızdaki tabu duvarlarını elbette…

6 Mart 2008 Perşembe

Kuruçeşme “Priest Priest Ju-das Priest” sesleriyle inlesin!


İlk tanıştığımız metal gruplarından biriydi Rahip Judas! Daha önce ayın albumu seçtiğimiz Defenders of the faith (84), speed’in atası sayılacak freewill burning şoku atlatıldıktan sonra eşsiz gelmişti bünyemize o vakit. 84’te pederin Evropa’lardan getirdiği payniyır muzik setinde en yüksek desibelle dinlediğim şarkılar arasında gene bu albumden Love bites ve heavy duty başı çekerdi. Heavy duty’nin bateri kaydını nasıl yapmışlarsa, ekolu, tok sesine hastaydım. Tek tek yazmıyorum ama baştan sona muhteşem bir albumdur DOTF! NWOBHM’in en iyilerindendir…

Tabi Halford’un acaip geniş sesi, melodik çığlık atabilme yeteneği, harika çift elektro sololar ve dinlenitesi acaip yüksek olunca, saldırdık Judas’ın diskogırafyasına. Bir önceki gene manyetik kuş kapaklı Screaming for vengeance (82) ve jilet gibi album British Steel (80) ilk bulabildiklerimdi. SFV’da konserlerin değişmez parçalarından Electic eye ve seyirciye söyletilen You’ve got another thing comin’dışında favorilerim Fever ve Take these chains’di. BS’de ise metal tarihi başyapıtlarından ilk videoclip çekilen parçalardan konserlerde Halford'un hep "Breakin the what?" diye başlattığı -, Breakin’ The Law!; Metal Gods ve gene konserlerde pek atlamadıkları Living After Midnight vardı. 80’lerde studyo’ya adım atan amatörler -tabi bendeniz de dahilı pek sever Breakin' the law'ı : Basittir, riffleri ve solosu da o sebepten:)

Judas diskografyasında daha geri gittiğimizde sound’un yumuşadığını ve hard rock’a kaydığını gördük. Hatta Killing Machine’deki before the dawn’ın Judas şarkısı olduğuna epey zor ikna olmuştum. Bu albumden Take on the world pek bilinmez ama harika bir parçadır. Nadir cover’larından Fleetwood Mac’ten Green Manalishi de çok gözeldir. 86 metalin yumuşatılması döneminde Turbo şarkısı özelinde aynı adlı albume biraz kıllansak da sonrasında Judas kendini affettirdi. Ram It Down ve daha sonraki her album gitgide sertleşirken sound iyice thrash’e kaydı! RID’dan Heavy Metal, Hard as iron ve Chuck Berry cover’larının en güzeli Johnny B. Goode kaçırılmamalıdır. Painkiller’dan da Nightcrawler ve A Touch of Evil! Bu arada JP’in resmi sitesinden MP3 indirebilirsiniz! Bir de faideli bir bilgi verelim; Running Wild, Sinner, Exciter, The Hellion, Tyrant, Invader, Steeler, Grinder ve Bloodstone grupları isimlerini Judas Priest şarkılarından seçmiştir.

Bu yıl Mayıs ayında çıkacak 16. studyo albumleri Nostradamus’un turnesinde ilk kez Istanbul’a gelecek ve 13 Temmuz’da Kuruçeşme arenası ve dahi tüm Istanbul Boğazı Halford’un eşsiz sesiyle çınlayıp kendinden geçecek: Bu dehşet konseri kaçırmayın çünkü bir daha studyo albumu yaparlar mı, yapar turneye çıkarlar mı, çıkar Istanbul’a uğrarlar mı? Allah kerim

5 Mart 2008 Çarşamba

Heavy Metal Soyağacı II



Bu da tamamına katılmasak da türlere ve tarihlere göre düzenlenmiş, baba grupların yer aldığı bir çalışma.

Heavy Metal Soyağacı I

1 Mart 2008 Cumartesi

20 Yıllık Rap Metal niye Nu oldu?

Rap vokali metal riff’leriyle ilk birleştiren kimdi? 70’lerde olduğunu pek sanmıyoruz. Ancak 80’lerde ilk olarak o zaman pek tanınmayan Aerosmith’i iki rapci’den oluşan vw amblemli dev kolyeli Run DMC’nin arkasında görmüştük: Walk This Way! Bu şarkının klibinde rap, metalle dalga geçiyor gibi bir durum ortaya çıkmıştı ki rap’e iyiden uyuz kapmıştım. Sonra New York’un meşhur Bronx’undan gelen sıradışı thrash ve hardcore grubu Anthrax I’m The Man’le çıkageldi. Bu şarkının riff’i bariz bir Türk melodisiydi! Sonra Public Enemy adlı rap grubuyla birlikte soylediklerini ve konsere çıktıklarını duyduk. Gerçekten Anthrax bu sentezi güzel yapmıştı.
Attack of the killer B’s de yer alan Bring the noise’u çok tutmamıştım, ancak gene bu albumdeki Startin’ Up A Possie dehşet ötesiydi: Rap, punk, core, metal 4’ü bir arada!

Sonra Red Hot Chilli’den benzer şarkılar dinledik. Ama en çok ses getiren Faith No More’un çıkış albumu The Real Thing’deki Epic şarkısıydı ve senteze muhteşem synthler eklenmişti bu şarkıda. Son baba örnek ise Rage Against the machine’in ilk albumuydu. Bu albumde Killing In The Name, freedom gibi parçalarda insan kendini kaybediyordu. 90 başlarında rapi ağırlıkta sahiplenen siyahi kesimden rapmetal’e muazzam bir destek geldi: Body Count!

Tabi muziklerinde işlenen tema ağırlıklı olarak azınlık haklarıydı. Cop killa ve Born Dead gibi inanılmaz anarşi yüklü şarkılar yaptılar! Ancak bu saldırganlığa son verilmesi gerekiyordu ve duğmeye basıldı.

90 ortalarında ise gene synth kullanan Linkin Park ve Limp Bizkit pek tutuldu. Aslında yaptıkları önceki örneklere göre zayıftı, ancak popüler sound’lara daha yakın olduğundan tuttu ve niyeyse bu türe numetal adı uygun görüldü.
Linkin Park zaman zaman gitarları iyice geri plana atıp Depeche Mode sound’lu parçalar dahi yaptı. Limp Bizkitse daha çok mission impossible ve behind blue eyes gibi cover’larla tanındı. Ama bunları pek sevemedik, yapay zorlama geldi bize. Amaç gitar sololarının yerini abuk efektlerle, synthlerle doldurmak, metal dinlemeyen adamlara album satmak, bunu yaparken de metal etiketinden fayda sağlamaktı. Yani uzatmayalım nasıl Grunge, metalin yerine konup dayatıldıysa nu zırvası da rap metalin üzerine inşa edilmiştir ki nedeni harbi metalin sosyal sorunlara, azınlık haklarına, çevre sorunlarına yer vermesidir müzikte!!! Onlara uyanık değik uyuyan gençlik lazım malum…