29 Haziran 2008 Pazar
Metal Dünyasının Şehir Efsanesi!
Crusader Saxon’un en sevdiğim albumuydu ki daha önce ayın albumu seçmiştik. Diğer albumleri monoton gelir, sıkılır dinleyemezdim ama bu album farklıydı. Harika bir sound’u / kaydı, farklı bir tılsımı vardı. Kapağındaki şövalye ilusturasyonu çok etkileyiciydi. Hakkında yukarıda bahsettiğim tüm anti propagandaya karşın doldurtmuş ve defalarca dinlemiştim. Ama söylentiler de kafamı kurcalıyordu. O dönem mekanik sesin söylediğini dinlediğimde “bu kez başınız sağolsun”a benzetmiştim ama şarkının sözlerini bulamamıştım. Yıllar sonra sözlere baktığımda girişteki bölümde “who dares battle the saracen”, ikinci kısmın girişinde ise “Come Crusader let battle commence” yazdığını gördüm. Let battle commence kısmı, bir sivri zeka tarafından anca “gebert all köpeks” şeklinde uydurulabilmişti:) Zekaya bak, adam tüm köpekleri gebert diyememiş de yarı Turkçe yarı Ingilizce böyle demiş… Bu zırvayı takmayıp bu albumu alıp dinlediğim için aferin bana!
Saxon’la ilgili diğer konu, Erzincan depremi yararına verecekleri konserin Türk düşmanı olmaları sebebiyle açılan karalama kampanyası sonrası gerçekleşememesi, daha sonra verdikleri konserin de duyurulmaması sonucu sadece 150 (yuzelli)kişiye konser vermeleri hadisesidir. Türk düşmanı bir grubun Türkiye’ye neden geldiğini, konser verme amacını falan kimse sorgulamamıştır. Hatta zaten son yıllarda açlıktan nefesleri koktu, o yüzden gelmişlerdir gibi yakıştırmalar dahi yapılmıştı. Bu arada şanslı 150 kişiden olanlar o gün grubun INADINA, karşısında sanki binler varmış gibi çalmalarına, bis üstüne bis yapmalarına şahit olmuş, en az 30 yıldır aynı profesyonellikle bu işi yapmaları acaip takdir edilmişti!
Crusader’ın sözleri ise Haçlı seferlerini, Hristiyanların o dönemki yani 12 yüzyıldaki Arap Müslüman dünyasına bakış açısı üzerinden anlatır.
Şarkıda geçen Saracen o dönem müslüman halkların tamamını anlatır. Yani ucundan Türklere bir dokundurma da var. İntrodaki “who dares battle the saracen” ise “cesareti olan Müslümanlarla savaşır” demektir. Herhangi bir aşağılama anlamı yok. Şarkıda da doğunun dinsizlerinin, putpesertlerinin kılıçları tadacaklarından bahsedilir. Dedik ya o günün mantalitesinde bakmak lazım olaya.
İşte yıllar sonra 2006 yılında, 84’de yaptıkları Crusader şarkısı grubun başına dert oldu ve bu şarkının sözlerinden dolayı gruba Dubai Desert Rock festivalinde çalma izni verilmedi. Yerel bir gazete haberi ile devam edelim: “Burada grup ve organizatörler için sorulması gereken, Saxon’un Dubai ve Arap topraklarında ne yapacağıdır? Bizi Arap putperestlerine mi dönüştürücekler, kılıç tadındaki gitarları ile müziklerini mi taddıracaklar?
Evet evet sizi bir konserle putperest yapacaklar. Ha Dubai nere? Arabistan’ın Hong Kong’u değil mi? Bu ülke sermayesinin kaçta kaçı Anglosaksonlara ait a dangalaklar??? Sizin faizsiz bankacılığınızın temelini kim atmıştı?
Vur kır parçala bu maçı kazan!
26 Haziran 2008 Perşembe
Rahat edesin gittiğin diyarlarda II!
25 Haziran 2008 Çarşamba
Rahat edesin gittiğin diyarlarda!
Ama yıllar önce bakanının TV'de çay içtiği ülkede başta Karadeniz olmak üzere nice değerleri de Çernobil yüzünden kansere teslim ettik. Ne demişti üstad?
Koyverdin gittun beni oy, koyverdin gittun beni
Allahından bulasun oy, allahından bulasun
Sen bizi koyverip gittin amma sen değil onlar Allahlarından bulsun:-(
23 Haziran 2008 Pazartesi
Testament İstanbul Versiyon 2.0
Hep gelseler hep izlesek iye düşündüğüm gruplar vardır.. İşte Testament benim için böyle bir grup. Özellikle 2006da izleyip performanslarının müthişliğine de şahit olduktan sonra ikinci heyecandı benim için ve beklenen gün sonunda geldi, yavaştan konsere doğru gidelim.
Festivalin yapılacağı haberi ilk açıklandığında mekan olarak Büyükçekmece Gölü kıyısında bir yerde olduğu söylenmişti. Artık nedendir bilinmez daha sonra Parkormana alındı. Şahsen Parkorman benim İstanbulda en sevdiğim konser alanlarından biri. Açıkhava ve ağaçlar arasında olması en önemli artısı. Ayrıca geniş bir alan olması yorulduğunda yada sıkıldığında bir kenara çekilip dinlenebilme şansıda veriyor. Açıkçası nasıl ulaşacağımı bile bilmediğim Büyükçekmece’dense Parkormana alınması bence iyi oldu. Herneyse,… Festivaldeki diğer gruplar pek ilgimizi çekmediği (Eşim ve Kardeşimle beraber) için sadece Testamentin olduğu güne bilet aldık. Festival’in 2. günü öğleden sonra saat 14-14,30 gibi start alıyordu ancak hem sıcağın etkisi hem de Testament konserini dinç bir şekilde dinleyebilmek için akşam saatlerinde Parkormana gitme kararı aldık. Saat 19 gibi evden çıktık., 4. Leventten itibaren etraftaki otobüs ve araçlarda siyah tişörtlü uzun saçlı insanlar belirmeye başlamıştı. 19.30 sularında arabamızı parkedip alana geldiğimizde İsrail’li grup
Programa gore Pentagram konseriyle Testament’in arası 1 saat kadardı. Bizimkilerle muhabbeti biraz devam ettirdikten sonra bizimkileri muhabbette bırakıp gücümü Testament’te kullanabilmek için bir kenara oturup beklemeye başladım. Bu arada sahnede Testament için soundchek yapılıyor, davulları vs kuruluyor, sahnenin arkasına yeni albümün kapağı olan dev bir poster asılıyordu.. Saat 23’ yaklaştığında şöyle ortalardan iyi görebileceğimiz bir yer bulmak için ayaklandık. Sahneyi cepheden görebileceğimiz bir yere yerleştik. Saat 23 olduğunda sahne ışıkları kapandı ve birden Trial By Fire’ın introsu duyulmaya başlandı. İnternette gördüğüm setlistlerinde hep Over The Wall’a açılış yapıyorlardı, herhalde bizde değişik bir setlist var diye düşünürken. Alex Skolnik’i sahnede gördüm. Akabinde diğer grup elemanları ve en sonra sisler arasından Chuck Billy çıktı ve intronun bitimiyle Over The Wall başladı ve ortalık karıştı itişenler , kafa sallayanlar, havaya kalkmış Devil’s Hornlar… Bağıra bağıra şarkıya eşlik etmeye çalışıyordum .Restart my life or self destruction .To climb this wall of dark construction .Holding the quest for freedom
20 Haziran 2008 Cuma
Titans of Thrash
Bu toplanış gruba yeniden hayat verir ve bu klasik kadrosuyla Avrupa, Japonya ve ABD’yi turlamaya başlarlar. 2005’te Londra konserlerini DVD olarak yayınlarlar. Bu turne sırasında Türkiye’ye de gelirler. 2007’nin başlarından itibaren yeni albüm söylentileri dolanmaya başlar, grup çıktıkları bazı konserlerde yeni albümde yer alacak şarkıların bazılarını çalmaya başlarlar. 2008’de 2001’deki The Gathering’den bu yana yayınladıkları ilk albümleri piyasaya çıkar. The Formation of Damnation. Albümle daha evvel bir yazı yazdığımız için o kısmı geçiyorum ancak albüm çok beğenilir. Metal Hammer tarafından 2008’in en iyi metal albümü seçilir. Grup yeniden turnelere başlar. Bu turne için yaklaşık 24 saat sonra İstanbul’da Parkorman’da konser verecekler. Bendeniz de orada olup bu Thrash efsanelerini yeniden izlemenin hazına varacağım. Konser yazısı Pazar günü burada...
Geliyor geliyor, metallica geliyor!
Black album sonrasında hep mutsuz olan bünyemiz huzura kavuşacak mı acaba? Tanıtımda yeni uyduruk logo yerine eski şimşek logoyu görünce umutlanıyor ve bekliyoruz!
Cankurtarana bak hizaya gel:)
19 Haziran 2008 Perşembe
Metal gruplarının favori gitaristleri kimler?
01. Jimi Hendrix
02. Eddie Van Halen
03. Yngwie J. Malmsteen
04. Randy Rhoads
05. Ritchie Blackmore
06. Jimmy Page
07. Tony Iommi
08. Steve Vai
09. Jeff Beck
10. Michael Schenker
11. David Gilmour
12. Dimebag Darrell
13. Allan Holdsworth
14. Uli Jon Roth
15. Angus Young
16. James Hetfield
17. Brian May
18. Marty Friedman
19. Joe Satriani
20. Jason Becker
21. Gary Moore
22. Paul Gilbert
23. Eric Clapton
24. Al Di Meola
25. Zakk Wylde
Aslında 25 isim daha var ama baba isimlerin çoğu zaten yukarıda olduğundan kestim. Ben virtüöz gitarist kavramından pek hoşlanmadığımdan favorim Marty Friedman ve Gary Moore’dur. Grup gitaristleri arasında ise pek ayrım yapamıyorum. Unutulmaz o kadar çok solo var ki: Misal Ezequiel’in yazdığı Scorpions’un Still loving you soloları, Accept’ten metal heart’ın solosu. Zor teknik bir soloya melodik şarkı melodisine uygun bir soloyu her zaman tercih ederim. Bir ara en sevdiğim sololarını da sıralayım bari…
Metal Sözlük # 6 : Riff Nedir?
Bu arada artık metal sözlük için de etiket koydum, eski maddelerin hepsine bakabilirsiniz...
18 Haziran 2008 Çarşamba
Döv Hepsini Lemmy!
Lisedeyken bir amigası olan bir arkadaşımın evinde oynamıştım. Motörhead'in bilgisayar oyunu. Oyunun kahramanı tabi ki Lemmy'di. Elinde gitarla kendisine saldıran Asidçilere girişip puan toplardınız. Bölüm sonlarında grubun diğer elemanlarını kurtarmaya çalışırdınız. Bölüm aralarında puan toplamak için bar sıralarından barmenin kaydırarak yolladığı biraları yakalayıp içmeye çalışırdınız. Lemmy'nin gücü artınca gitarı çalar ertaftakki asidçilerin hepsini bir anda öldürürdü. O zamanın teknolojisiyle grafiklerin hastası olmuştum. Aynı Lemmy diye düşünmüştüm.
Amigam olmadığı için uzun süre
Commodore versiyonunu bulabilmek için bütün bilgisayarcılardaki Motörhead isimli oyunları almıştım. Hepside aynı araba yarışı oyunu çıkmıştı. Bir daha hiç bulup oynayamadım.Ama asidçilere karşı Lemmy... Harika bir fikirdi....
Rock Us Like A Hurricane...
Ağustostaki konser haberinden tamamen bağımsız bir yazıydı aslında bu. Aylak anlarımın birinde 2008 yılı İstanbul konserleri ve geçmişte gittiklerimi düşünüp Scorpions konserine gitmeme ahmaklığını nasıl yaptığımı üzerine hayıflandığım bir günde karar vermiştim ancak bu karardan 2 gün sonra bomba haber geldi. 93’te kaçırmıştın, 2008’de kaçırma...
Şahsi olarak Scorpions’la tanışmam yaşıtım olan her Türk gencinin olduğu gibi 80lerin sonu 90ların başına tekabül eder. Still Loving You’nun klibinin TRT’de çok sık döndüğü dönemlerdir. Best of Rockers 'n' Ballads, Love at First Sting ve Savage Amusement o yıllarda bize Scorpions hakkında referans olan albümlerdi. Türkiye’de asıl büyük patlamayı 1990’da Crazy World albümünün çıkışı ve bu albümdeki Winds of Change isimli ballad’ın popüler olmasıyla yaptılar. Winds of Change’le gelen populerlik akabininde geçmişteki slow parçalarının yeniden hatırlanmasına ve bu durumda grubun adının bir slow rock grubu olarak geçmesi Brain Adamsla aynı ortamlarda adının anılmaya başlamasına ve şahsımda bir itibar kaybı yaşamalarına neden olmuştu. İşte bu dönemde Akmar Pasajına yaptığım bir ziyarette edindiğim içinde grubun ilk 4 albümünün olduğu iki adet 90’lık raks kasedi grubu daha iyi tanımama ve cahilliğim nedeniyle şahsımda kaybolan itibarını gerçek sağlam temellerle iade etmeme sebep oldu. Girişi çok uzattık, artık başlayalım…
Grup 1965’te Hannover’de Rudolf Schenker tarafından kurulur. Kuruluş yıllarında yaşanan eleman değişikliklerinin akabininde 1969 yılında gruba vokalde Klaus Maine ve gitarda Rudolf Schenker’in kardeşi Michael Schenker katılır. 1972’de Lonesome Crow isimli ilk albümlerini yayınlarlar. Bu albümün kadrosunda basta Lothar Heimberg davulda ise Wolfgang Dziony vardır. Tarz olarak bugünkünden oldukça uzak daha progresif bir tarzı tercih etmişlerdi. Nispeten sessiz bir başlangıçla yola çıkarlar ama o dönemin başarılı gruplarında UFO’nun ön grubu olarak turnelerinde yer almayı başarmışlardır. UFO’yla çıktıkları bu turne onlara bir eleman kaybı olarak dönecek ve Michael Schenker UFO’dan gelen teklifi kabul ederek Scorpions’tan ayrılacaktır. Yerine Lonesome Crow’un kayıtlarında gruba yardımcı olan Ulrich Roth katıldır. Bas ve davulda da eleman değişikliği yaşan grup yeni kadrosuyla bence en başarılı albümlerinden biri olan Fly to the Rainbow’u yayınlar. Speedy’s Coming, They need a million ve This is my song gibi önemli parçaları içinde barındırır. Özellikle They need a million’da vokalist Klaus Meine olmasa muhtemelen bir Scorpions şarkısı olduğunu anlamak oldukça güç olurdu. 1975’te çıkardıkları In Trance grubun ilk büyük patlama yaptığı albüm olur. Oldukça sert bir albüm olan In Trance’de gitarist Uli Roth’un oldukça önemli katkısı söz konusudur. Albüm Top of the Bill, Dark Lady, Robot Man ve In Trance gibi Scorpions klasiklerini barındırır. Gerçekten çok iyi bir albümdür. 1976 yayınladıkları Virgin Killer albümü aynı derecede başarılı bir albümdür. Albüm kapağı başta Amerika olmak üzere bazı ülkelerde yasaklanır. 1977’de müzik eleştirmenlerinin pek beğenmediği benimse en beğendim albümleri olan Taken by Force’u yayınlarlar. Albümde Steamrock Fever, The Sails of Charon ve He is a Woman She is a man gibi harika parçalar bulunur. Steamrock Fever’ın girişinde intro olarak başlayan Hilti dediğimiz yer delme makinesinin sesinin şarkı boyunca fonda devam etmesi parçaya değişik bir hava vermiştir. The Sails of Charon ise daha sonra ki yıllarda Malmsteen ve Testament tarafında coverlanmıştır. Taken by Force’dan sonra gitarist Uli Roth gruptan ayrılır. 1978’de konser albümleri Tokyo Tapes’i yayınlarlar. Bu arada Roth’un yerine bugün hala kadroda olan Matthias Jabs gruba dahil olur. 1979’da Lovedrive’ı yayınlarlar. Albüm tarzlarının klasik Hard Rock’a dönüşlerinin habercisi gibidir. Bu arada bu albümde 3 şarkıda daha önce gruptan ayrılan Michael Schenker de çalmaktadır. Albüm Love Drive, Another Piece of Meat, Holiday ve ilk populer baladları olan Always Somewhere’ı içermektedir. Bu albümle grubun popularitesinde ciddi bir artış olur ve ilk büyük ticari başarılarını yakalarlar. 1980’de yayınladıkları Animal Magnetism , Lovedrive’a göre zayıf bir albüm olsada içinde Make it Real, The Zoo gibi iki klasiği ve Lady Starlight gibi populer bir baladı bulundurur. 1982’de grup Blackout’u yayınlar. Albümün kayıtlarından önce ses tellerinden ameliyat olan Klaus Meine’in yerine demo kayıtları Don Dokken’la yapılır ancak, Meine iyileşir ve kayıtlardaki yerini alır. Bir önceki albümün başarısızlığını unutturacak oldukça iyi bir albüm ortaya çıkar. İçinde Blackout, Dynamite, No one like you ve When the smoke is going down gibi klasikler vardır. Albümle birlikte grubun popularitesi daha da artar. Ayrıca her albüme bir iyi balad alışkanlıklarıda devam etmektedir. 1984’te en başarılı albüleri kabul edilen Love at First Sting yayınlanır. Rock You Like a Hurricane, Big City Nights, Still Loving You , I’m Leaving You ve Coming Home gibi tam anlamıyla Scorpions klasikleri vardır albümde ve yayınlanmasyıla birlikte grubun popularitesi zirveye çıkmıştır.1985’te 2. konser albümleri World Wide Live’i yayınlarlar. Bu albümün akabininde 3 yıllık bir suskunluktan sonra 1988’de Savage Amusement yayınlanır. Rhythm of Love ve Dont Stop At the Top albümün önemli parçalarındandır ancak bu albümde grubun sound’ında bir poplaşma sezilmektedir. Yine de albüm satış anlamında başarılır olur. Albümün turnesinde grup Uriah Heep’ten sonra Sovyetler Birliğinde konser veren ikinci batılı grup olur. 1990’da Crazy World yayınlanır soundlarında aynı poplaşma daha da artarak devam etmiştir. Bence kötü bir albüm olan Crazy World özellikle Winds of Change’in ve Send me an Angel’ın da etkisiyle ciddi satış rakamları yakalar. Grubun en populer olduğu dönemdir. Akabinde 3 yılı turnelerde geçiren grup 1993’te Face the Heat’i yayınlar. Son iki albüme göre daha sert bir albümdür. Alien Nation gibi oldukça sert bir parçayla açılır ancak yeterli ilgiyi görmez. Balad alışkanlıkları Under the Same Sun’la burada da devam eder. 1995’te Live Bites isimli 3. konser albümlerini ve 1996’da Pure Instinct’i yayınlarlar. İkiside başarısız albümlerdir ses getirmezler. 1996’da ise şahsen beni yeni çıkardıkları albümleri takip etmemeye, keşke dağılsaydınızda bunu görmeseydim demeye iten albümleri Eye II Eye’ı yayınlarlar. Albümün ilk iki parçasının Inxs yada Depeche Mode tadındaki bol dıptıs klavyeli boktan iki şarkıdır. Diğer şarkılarını bi daha hiç dinlemeden bir kenara atıp, bir daha yeni yaptıkları kayıtlarla ilgilenmedim. 2000’de Berlin Flarmoni Orkestrasıyla bir konser albümü olan Moment for Glory’i 2001’de unplugged albümleri Acoustica’yı 2004’te Unbreakble’yi yayınladılar. Internetten okuduklarıma göre Unbreakable başarılı bir albüm olmuş, bir ara ilgilenilebilir. En son olarakta 2007’de Humanity Hours isimli albümlerini yayınladılar. Birkaç parçasını dinlediğim albüm Eye II Eye acayipliğini unutturacak güzel tadlar taşıyor. Sanırım bir af yaşanabilir. İçinde We Will Rise Again diye bir parça mevcut. Umarım diyorum….
11 Haziran 2008 Çarşamba
8 Haziran 2008 Pazar
"Accept" What They Do, Cause They Do It Right!
Alman gruplarında 80’lerde akla ilk Scorpions gelirdi ki bunda yaptıkları balad’ların büyük etkisi vardır. Halbuki bence Metal denince akla gelen ilk Alman grubu Accept olmalıdır. Nasıl anlatılır ki Accept’in müziği. Vokal AC/DC’nin Brian Johnson’unu anımsatır. Gitarlar 81'den itibaren NWOBHM’in etkisiyle jilet gibi hızar gibi sertleşir, ayrıca Wolf Hoffman melodik sololarıyla en iyilerdendir.
Evveline gidersek ilk album 79 tarihli Accept’dir ve ilk döneminin karakteristik özelliklerini taşır: Daha yumuşak, hardrock denebilecek bir tarz! Scorpions’un aynı dönemine benzer bir çok yönden. Açılıştaki Lady Lou eğlenceli bir parçadır. Üçüncü şarkı vokalinde basçı Baltes’ın yumuşak sesinden harika bir slow olan seawinds. Bu albumden hoş bir başka parça da hızlı ritmli That’s rock’n roll. Bu arada Udo daha sesin sınırlarını farketmemiş, henüz fazla çığlık atmıyor.
80’de ikinci album I’m a rebel gelir, açılıştaki aynı isimli parça glam tadındadır. Şarkının bestecisi Alexandre Young’un, AC/DC’den Angus ve Malcolm’un kardeşi olduğunu söyleyelim. Albumde Bascı Baltes bu sefer iki slow soyler, no time to lose ve the king. Özellikle ikincisi tüm zamanların en güzel baladlarındandır. Bir çok insan bu şarkıyı Scorpions’un zannediyor olabilir. Tabi dedik ya ilk dönemleri yumuşak, ikinci dönemde slowları da Udo söyleyecek, hazır olun:)Album genelde ilk albumden daha iyidir.
81’de Breaker çıkar. NWOBHM, etkisini birçok grupta olduğu gibi Accept’de de göstermiş, gitarlar sound olarak sertleşmiş, kendini bulmuştur. Yükselme devrinin müjdecisidir bu album. Açılıştaki Starlight’ta hızlı ritm yanında Udo’nun çığlıkları dikkat çeker. Breaker bizce Accept’in tarzını bulma şarkısıdır. Sert hızlı, zaman zaman melodik, dinamik… Ağır ritmli harika parça Can’t stand the night’da Udo inanılmaz çığlıklar atar. Bir ara solo gitarla kapışırlar adeta. Ve Feelings’le grubun manifestosu da gelir!
Accept what we do
This message to you
Is rock forever and ever
We’ve still got to feel
The music is real
And we’ll rock’n’roll forever, forever
Bu albumle birlikte artık şarkı ayrımı yapamadığımız dönemi başlıyor Accept’in, yükselme devri diyelim ki 86 Russian Roulette’e kadar sürecektir… 82 Restless & wild o güne kadarki en iyi albumdur ve Accept’in son özelliği olan Kızılordu korosunu çağrıştıran bas vokaller de bu albumun kapanışındaki Princess of the dawn’la start alır ki bu parça melodik solosu ile en iyilerdendir. Açılıştaki Fast as a shark da speed metale giriş dersidir adeta. 83’de tüm zamanların en iyi albumlerinden Balls to the wall gelir. Özellikle tüm Accept özelliklerini barındıran Loosers & winners’a dikkat! Balls to the wall şarkısı da insan haklarını işler, misyonu Berlin duvarını yıkmaktır, daha önce değinmiştik. 85 Metal Heart’la zirve devam eder. Bu albumle sound artık trash metal hudutlarına dayanmıştır. Metal Heart’ın gitar solosu da en iyilerdendir.
86’da Russian Roulette hoş album kapağıyla önceki albumler kadar olmasa da iyi bir albumdur, bol bas vokal vardır içinde… 87’de UDO gruptan kopup solo takılmaya başlayınca Accept’in süper dönemi de ansızın bitiverir. 89’da Udo’suz tek album Eat the heat çıkar. Ben niyeyse bu albumu de sevmiştim. Özellikle harika klibiyle Generation Clash iyidir. Ancak artık ne Accept, ne de UDO albumleri eski yukselme devri ile kıyas yapılamayacaktır. UDO’nun ilk iki albumunden sonrasını hiç dinlemedim zaten.
90’larda tekrar bir araya gelerek üç stüdyo albumu daha yaparlar. Yalnız bas vokaller geri vokal tadındadır, o kadar baskın değildir! 93 Objection overruled fena değil ve sound sert. Açılıştaki aynı adlı parçamız, slow Amamos la vida, güzel solosu ile Slaves to metal öne çıkan parçalar. 94 Death Row’da yaratıcılık yok, üç album içinde tartışmasız en kötüsü, bir de Generation Clash’ı UDO ile tekrardan yorumlayıp katletmişler:( Bu albumden enstrumental Pomp and circumstance’i dinleyin yeter ki o da klasik müzik apartması zaten.
96’da predator çıkar, daha melodiktir: Açılıştaki Hard Attack iyidir, ikinci Crossroads son dönemki en iyi parçalarındandır Accept’in! Don’t give a damn’i de AC/DC sevenlere tavsiye edelim. Crucified’da Agnostic Front parçası, Accept yorumu da güzel olmuş! Bu albumde bazen orta doğu, bazen kuzey Avrupa’nın kaotik ezgileri ile Accept son studyo albumunde müziğini zenginleştirerek güzel bir veda eder, tüm vokaller Udo’ya ait değildir yalnız. Bir de 2002’de çıkan EP var: Rich and famous diye eğlenceli, hızlı ritmli bir rock’n roll parçası.
Metal Sözlük # 5 : Pogo / Mosh nedir?
Metal Sözlük # 1
Metal Sözlük # 2
Metal Sözlük # 3
Metal Sözlük # 4
7 Haziran 2008 Cumartesi
Hardınhevi Hits
Flying Dutchman'ın Hard n' Heavy Slows yazımıza bıraktığı yorumda sözünü ettiği Hard n' Heavy Hits albümü bu sanırım. Muhtemelen Slowsları yapanlarla aynı abiler tarafından yayınlanmış, yine kim olduğu bilinmeyen bazı gruplar ve en önemlisi yine Roxette. Kesin bunu yapan abi Roxette'in vokalistine aşıktı. Başka açıklama bulamıyorum
Ayrıca ordaki Waysted dedikleri şey umarım Wasted değildir. Kapak hakkında da ne desem boş...