27 Eylül 2009 Pazar

Metal Art V: Cliff Revisited!


Daha önce anmıştık blogumuzda!
Rahat etsin gittiği diyarlarda...

26 Eylül 2009 Cumartesi

Heavy Metal Soyağacı IV


A Headbanger’s Journey’den bu soyağacı da. Bakın hangi tür hangi dönemlerde hüküm sürmüş…

Heavy Metal Soyağacı I
Heavy Metal Soyağacı II
Heavy Metal Soyağacı III

25 Eylül 2009 Cuma

R.E.G.D.* Ümit Yılbar

Gündemde malumunuz “açılım” varken, ülkemizin en bilinen metal grubu Pentagram’la tanınan, daha sonra kendi grubu Big Bang’de çalan, 16 yıl önce bügün teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşen Ümit Yılbar’ı anmamak olmaz!

Hasan Kundakçı Guneydogu’da Unutulmayanlar isimli kitabinda Ümit’in hakkında şöyle diyor:

“Asteğmen Ümit Yılbar, 25 Eylül 1993 günü Yassı Dağda teröristlerle girdigi catışmada şehit olmuştu. 26 yaşındaydı. Gitaristti, rock muzik sanatçısıydı. Yüreği vatan sevgisiyle doluydu. Komando olmak ve guneydoğuda mücadele etmek istedi. Siirt’e gitti, çatışmalara girdi. Yazdığı şiir silah arkadaslarına anı olarak kaldı:

Bilmiyordum dağların bu kadar dik olduğunu
Bilmiyordum gecelerin bu kadar uzun olduğunu
Bilmiyordum zamanın bu kadar yavaş geçtiğini
Ama biliyordum içimdeki vatan sevgisini
Biliyordum içimdeki aşkı.



Kanımı istersin toprağım
Yoksa cesedimi mi?
Yeter ki sen susa
Suyun olurum senin

Tasmasından bağlanmış çılgın köpek gibiyim
Salıvermiyorlar ki gideyim
Bilmiyorlar mı ki ben Türk evladıyım
Bırakın ben ölmeye gideyim

Ben koymuşum bu yola baş
İsterse düşsün kafama taş
Vazgeçmem bu yoldan arkadaş
Gelsin yedi düvel ezerim hepsini

Ümit Yılbar,14.05.1993, Bağgöze / Siirt.

Ölümünden sonra eski grubu Pentagram, Trail Blazer albümündeki Fly Forever adlı şarkıyı ona adadı. Adı, Selamıçeşme'de bir sokağa verildi ama keşke yaşasa ve adını albümleriyle, gitar çalışıyla duyursaydı dinleyicilere, sevenlere…

Not: Yazı ekşisözlükten derlemedir.

* R.E.G.D.: Rahat edesin gittiğin diyarlarda…

17 Eylül 2009 Perşembe

Özlü Sözler VI: Ian Anderson (Jethro Tull & Solo)


"Pop müzik, çocukların cebindeki parayı çalmak gibi bir şeydir!"

Blog Notu: Yanarım da Jethro'nun konserlerini kaçırdığıma yanarım:(

16 Eylül 2009 Çarşamba

Bart Koreo & Simpsonica


Cumartesi
günü tam
yapılabilse
BJK maçındaki
koreografimiz
böyle olacaktı
ve Bart kuşları
avlayacaktı...



Simpsons deyince
bir de bu var:)

The simpsonssss...

Hepsi tamam da
Lars olmamış ya da
konuk baterist
çalıyor:)

15 Eylül 2009 Salı

Holocaust'tan "Heavy Metal Mania"


Edinburg Iskocya cikisli NWOBHM grubu Holocaust’a heavy rock yapıyor denebilir aslında. Diskografilerinde 6 adet Lpleri var!

İlk single’ları 81’de çıkan ve en iyi şarkılarından biri olan Heavy Metal Mania! Metal manifestolarının en güzellerinden biri ki sözlerini daha önce bloga koymuştum... Özellikle şu bölümünün;

"Rock 'n roll...far too slow
So the adrenaline just doesn't flow
Where is the power, where is the glory?
Heavy Metal is my story…"

Hastasıyım:)Rocktan metale geçişin dehşet bir özeti bu! B yüzü Only as Young as You Feel da guzel. Kapağı da mükemmel olunca haliyle en pahalı single’lardan birisi oluyor bu 7’’. Bu single’ın 12’’lik versiyonunda Love’s power diye 3. bir parça var, bu da başarılı! Vokalist Gary Lettice detone ve monoton söylüyor, punk vokalistlerini andırıyor ama muzige ve gitarların pis sounduna acaip gidiyor sesi... Bu şarkıyı sonradan Gamma Ray cover'ladı…

Aynı yıl 2. single’ları Smokin’ Valves çıkıyor. Bu şarkı da sert ve güzel bir rock’n roll parçası. İkinci parca Out Of Book da en az ilki kadar güzel, hatta daha da güzel. Gitar distorsiyonlarını mevcut aletlerle zorluyor grup ve bu şarkı da thrash sınırlarına ulaşıyorlar. Bu album de oldukça iyi satıyor. 7’’den sonra 12’’ini çıkarıyorlar. Buradaki bonus parça da Friend or foe. Şarkı Status Quo’yu hatirlatiyor, daha sert tabii ki…

İki harika single’dan sonra aynı yıl The Nightcomers albumu çıkıyor. Kadro dizilişi single’lardakilerle aynı:

Gary Lettice - Vocals
John Mortimer - Guitar
Ed Dudley - Guitar
Robin Begg - Bass
Paul Collins – Drums

Albumde single’lara adını veren iki parça da var. Yalnız Heavy Metal Mania’daki siren seslerinin yerine bir dakikalık harika bir gitar introsu eklenmiş! Ancak burada başka bir efsane şarkı daha var: Death Or Glory! (Bunu da Six Feet Under'dan dinleyebilirsiniz.)Artık thrash yaptıklarını söyleyebiliriz hem de 81 yılında! Bu riff’ler Metallica ve diğerlerine esin kaynağı olmadıysa eşeğim. Zamanının ötesinde olduğunu söylemeye gerek yok grubun. Mavrock harika bir doom parçası, B yuzu açılış parçası Cryin' shame de iyi…Sonucta 81 tarihinde yayınlanan en iyi albumlerden biri bu. Albuma adini veren parca da harika, bu parca da ilk kez prog esintiler var. Zaten kuruldugu 77'den 84'e kadar heavy sonrasinda gunumuze kadar da prog metal grubu olarak biliniyor Holocaust!

Ücuncu single'lari Comin' Through 82’de cikiyor. Hafif punk esintisi ile bu da hizli ritmli guzel bir parca... 83'de live album var, onemi Metallica tarafindan cover'lanacak Small Hours'un ilk kez bu albumde yer almasi! Live dediysek bu dönem bazı gruplar seyirci sesini arkaya monte ederek sözümona Live albumler yapıyor. Ses kalitesi bunun da o tarz bir album olduğuna işaret ediyor, en azından bazı şarkılarda. Yani studyo albumu sayılabilir ki Small Hours dışında yeni parçalar da var. Acılıştaki No Nonsense, Jirmakenyerut adlı enstrumental ya da Long The Bell Will Toll gibi. İlk ikisi oldukca iyi parcalar…

84'te de ikinci uzun album No Man’s Land çıkıyor: Ilki kadar iyi olmasa da ayni turde devam ediyorlar yollarına... Şarkıların boyu kısalınca gene punk çağrışını yapıyor grup. Kotu yani harika vokalistleri Gary Lettice'in ayrilmis olmasi. Bu albumde de farkli melodik yapisi ile By The Waterside’a dikkat diyorum... Sonrasında grup dağılıyor. 87'de Metallica'nin small hours'u cover'lamasi grup icin yeni bir dogus oluyor. 89'da Sound Of Souls EP'si ile tekrar biraraya geliyorlar ama artık grubun merkezi Boston’a taşınmış, tarzları da bugüne kadar devam ettirecekleri üzere progressive rock. Bu şekilde ülke değiştiren epey grup var ama bu da anca başka bir yazının konusu olabilir. Holocaust’un kurucu üyelerinden gitarist John Mortimer, isim hakları da kendisinde olunca grubu kolayca yeni dünyaya taşıyıvermiş…

Bu kez kadro:

John Mortimer - vocals , guitar
Graham Hall - bass
Steve Cowen – drums

Burada Metallica’nın yorumladığı NWOBHM parçalarının bu dönemin hatırlanmasında çok olumlu etkileri olduğunu söylemek lazım. İşte bunun da ötesinde bir NWOBHM grubu cover’lanan bir şarkısı sonrasında yeniden aktif oluyor… Gerçi bu grubun aynı olduğunu söylemek çok güç, oldukça sert bir thrash albumu bu. Mortimer bu ilk EP’de vokali de kendisi yapıyor. Burada dikkati çeken 13 dakikalık Three Ways To Die şarkısı…

92’de Hypnosis Of Birds çıkıyor. Album cok iyi ama belli bir turde gitmiyor. Alternatif denemeler, hatta heavy rock var. 93’de efsane Heavy Metal Mania single’ı 12’’deki şarkılarla bu kez cd formatında çıkıyor. Hypnosis ve HM Mania single’ı birlikte, Ingiltere’de Spirits Of The Fly adıyla 96 senesinde yayınlanıyor. Süper bir album, özellikle açılıştaki Into Lebanon, Small Hours’un yeni Holocaust yorumu, In the Dark Places of the Earth ve Caledonia iyi parçalar…Kapanıştaki surprizse Metallica’nın Master Of Puppets’ı. Hep onlar mı NWOBHM şarkılarını yorumlayacak. Al bakalım:)

97 albumu Covenant ilk konsept albumu grubun. Özellikle salt heart super. Leper's Progress ve Alexander da diğer baba şarkılar. The Battle Of Soaring Woodhelven 16 dakikanın üzerinde! En progressive denemesi grubun…2000’deki The Courage to Be de aynı prog çizgide. Son album 2003’de çıkan Primal: Yeni grupların yapamadığını yapıyor Holocaust. 2000 soundunda sıkı old school thrash metal nasıl yapılabilirsa yapıyor, prog dozunu da azaltıyor. İşte Black Box, Made Rightous, Lost Horizons ve muhteşem Fools…

Mortimer’ın içindeki metal sevgisini takdir etmemek mümkün değil. Epeydir yeni bir haber yok, grubun resmi site ve forumunda… Ancak grup hala en azından aktif görünüyor…

9 Eylül 2009 Çarşamba

Ben 2 yaşımdan beri...

Metal söylüyorum!

http://www.youtube.com/watch?v=edWPj0N3w90

4 Eylül 2009 Cuma

Yah$i Batı bir Cem Yılmaz filmi


Cem Yılmaz’ın son filmi Yahşi Batının çekimleri doludizgin devam ediyor. Ama kadro hala tamamlanamamış. Kötü adam kontenjanından Beavis ve Butthead’in acilen kadroya dahil edilmesi gerekir. Her tür kavga sahnesine gelirler, dublör istemezler, acıya dayanıklıdırlar. Acı yok yepyep, acı yok, hıhıhı hıhıhı…

“Get Thrashed: The Story of Thrash Metal” belgeseli


Sağolsun bluejean vermis (en nihayetinde bir halta yaramis), anca seyrettim. Harika bir belgesel, resmi sitesi ve künyesi burada !

Bunlar da kısa kısa izlenimlerim;

- Öncelikle thrash’in başlangıcı hakkındaki izlenimlerim belgeselle aynı. Metallica günyüzüne çıkarır, Slayer sınırları daha da genişletir (ufak bir edit yaptım)…

- Mosh ve pogo’nun metalden çok punka özgü olduğunu söylemiştim. Hard core’cular tarafından başlatılmış ki bu da tuttu sayılır. Filmin en etkileyici sahneleri kafası gözü yarılan insanların bu işten aldıkları keyifti. (80’lerde Fight Club çekilse hiç iş yapmazmış be abi, ihtiyaç yokki!)

- İlk dönem konserler ve sonrasındaki ev partileri kısmı muazzamdı. (İçinde olmayı kim istemez?)

- Gene acaip olay, thrash konserlerinde Mötley Crüe vs glam grubu tişörtü giyenlerin pataklanması hadisesi. Kill bonjovi hadisesinde bahsetmiştim. (Punk’ın saldırganlığı baskın çıkmış diyip günahı punk’a yükledik mi bundan da yırttık.)

- Benim thrash şampiyonumu belgesele de koymamışlar:( Olsun gönüller şampiyonudur:) Hala iddiamı en azından ABD için yineliyorum. Metal Church’den daha iyi 6 adet albümü olan yoktur. (Alman gruplarının son dönemlerini didikledikten sonra dünya şampiyonluğunu ilan edebilirim)

- Röportajlar içinde, Overkill’in solisti Bobby "Blitz" Ellsworth, Hirax Solisti Katon W. de Pena -ki abi zencidir!- ve Exodus’un ilk solisti REGD Paul Baloff beni en çok etkileyen adamlar oldu!

- 90’larda thrash kalesini Pantera ile Sepultura savunmuş. (Pantera’nın geçmişinin glam olduğunu düşünürsek çok trajik bir durum.)

- Filmin finalinde Clash Of the Titans Amerika turnesi vardı. Thrash’in zirvesi malum, Megadeth, Slayer, Anthrax ve Death Angel’in katılacağı konser silsilesi. Big four’dan üç tanesini birlikte izlemek! Ancak Death Angel’ın geçirdiği kaza sonrası Alice In Chains’in onun yerine konsere eklenmesi, thrash için sonun başlangıcı. Konserde Seattle’lı AIC’e thrasherların verdiği aşırı tepki, grunge müziğin palazlandığı dönemlerde thrash gruplarının konserlere alınmaması şeklinde bir intikama dönüşüyor. Oysaki thrash grupları ilk çıktıklarında grunge gruplarını konserlerine almış, beslemiş, büyütmüş! Hatta 93 Metallica konserinde de stadda konser başlamadan önce bol grunge yüklemişlerdi beynimize! Bunlar metalin punk’a oranla çoğulcu, özdeş türlere ve halka daha yakın, sevgiden yana olduğu şeklindeki görüşümüzü bir kez daha pekiştirmiştir. (Biraz abarttım)

Aklıma gelenler bunlar. Hayır thrash, grunge olmasa müziğin kendi içdinamikleri nedeniyle gene etkisini yitirecekti. Çünkü mizacı gereği yeraltında olmalıdır. Ancak bugün metal yapan grupların içinde o kadar küçük bir oran salt oldschool thrash yapıyor ki bu metale ihanettir. O kadar!

3 Eylül 2009 Perşembe

Ayın albumu Eylül



Evet bu ay konsere İstanbul'a gelince Artillery, kaçınılmaz olarak en iyi albümü By Inheritance'ı ayın albumu seçtik...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Faideli metal adresleri!


Yurtdışında nerde metal dinlenir, plak alınır vs vs acaip önemli birşey bu! Ayrıca forumunda da Wacken'e nasıl gidilir tarzı hoş bilgiler var...

Arkalı önlü albüm kapağı isteyen buraya muhakkak tıklasın:)Çok zengin değil ama yüksek kalite resim arayanlara...

Orjinali kime ait bu şarkının? Girin, denemesi bedava... Bu bence harika bir site. Cover şarkısı kime ait ve bilinen gruplardan hangileri coverlamış, tür ayırdetmeksizin tüm bilgiler burada.

Bu album nasıldır acaba? Ama seçimlerin illaki subjektif olacağını aklından çıkarma sakın! Gene de hiç dinlemediğiniz grup ve albumler için bir fikir verebilir.

Son olarak da bu metal Resim Galerisi , bu Metal Poster Galerisi, aha bu da Metal Logo & Kapak lazım olursa…

1 Eylül 2009 Salı

Metal Art IV

Babalar ve oğulları, babaların oyuncakları!


Over The Rainbow konser haberini Majesty gecmisti bloga. Rainbow, malum Ritchie Blackmore’un Purple’da egolarını tatmin edememesi üzerine ilk olarak Ritchie Blackmore’s Rainbow adıyla kurduğu proje grubudur. Tabi Dio gibi bir fenomen de olunca grup pek tutulmuş, ikinci albumden itibaren sadece Rainbow adıyla arzı endam edegelmiştir grup.

Ritchie artık kendisini tatmin etmeyen oyuncağı Rainbow’u oğlu Jürgen’e hediye etmiş görünüyor Over The Rainbow projesiyle. Bu haliyle olay Ankaragücü kalesini en sonunda zapt eden İ.Melih Gölçek’in oğlunu kale kumandanı yapmasına benziyor:) Malum Ritchie 95’deki son Rainbow albümü Stranger In Us All sonrası hanım köylü olmuş, yeni eşi Candice Night hanımın müzikal zevklerini tatminle iştigal eylemektedir…

Neyse biz blogu ilgilendiren “harbi” Rainbow’a dönelim. 1975’de Elf adlı rock blues grubunun dört üyesi ile bir araya gelen Blackmore tarafından kurulan Rainbow, özellikle Blackmore ve Dio’nun etkisiyle daha ilk albumle çok tutuldu. Blackmore dışında sürekli elemanları değişen grubu, çalıştığı 4 farklı vokalistten hareketle dört bölümde irdeleyebiliriz. Dolayısıyla ilk bölüm Diolu ilk üç album olmalıdır.

İlk album kuruldukları yıl olan 75’de çıkan aynı adlı Ritchie Blackmore’s Rainbow. İsimden de grubun Ritchie’nin oyuncak projesi olduğunu anlayabilirsiniz. Daha blues’a kayan bir müzik yapan Elf’ten gelen Dio bu albumle parlar ve zamanla epik rock / metal müziğin tartışmasız en iyi vokali olur. Albumde Man On The Silver Mountain ve Pink Floyd’u anımsatan Catch The Rainbow öne çıkar. Bu arada davulcu Driscoll’un performansı da başarılı. Kapanıştaki Still I’m sad Yardbirds bestesinin enstrumental yorumudur ki Blackmore bu şarkıyla klasik müzik sevgisini sergiler. İkinci album 76’da çıkan Rising! Bu albumde synth’ler dikkat çekici ki ilk parca Tarot Woman’ın synth introsunun muhteşem olduğunu söyleyelim. Parça hızlandığında da tüm zamanların en iyi davulcularından merhum Cozy Powell’ın bol ataklı ritmleriyle kopar gidersiniz. Tumu guzel ama özellikle son iki uzun parcaya değinmek gerek: Purple’da da benzerleri olan oryantal parçaların en güzellerinden Stargazer ve hızlı ritmli kapanış parçası A Light In The Black! Her ikisi de sekiz dakikanın üzerindedir, ama nasıl geçtiğini anlamazsınız. Son Dio’lu album de Long Live Rock’n roll; Bu albumde de hızlı ritmli Long Live Rock’n roll ve Kill The King defalarca coverlanmıs harika parcalar. Ve oryantal parça kontenjanından Gates Of Babylon. Genel görüşüm Dio’lu Rainbow’un ikinci en iyi Rainbow dönemi olduğudur.

Dördüncü album Down To Earth benim favori Rainbow albumumdur! Özellikle Alcatrazz’dan tanıdığımız vokalist Graham Bonnet’in sesinin gruba inanılmaz gittiğini ve Rainbow’la neden daha fazla album yapmadığını yıllardır merak eder dururum. (Blackmore’la bir şekilde kanları uyuşmadı kesin!) İlerde Bonnet’in yaptığı işleri detaylandırmaya niyetliyim. Bu albumden parca vermiyorum, çünkü baştan sona süper bir album. İlk üç albume oranla parcalar daha kısa, daha kolay dinlenir, blues dozu da daha az. Oryantal kontenjanından Eyes Of The World de en sevdiğim Rainbow şarkısıdır. Tabi introsu gene klasik müzikten esinlenme. Bazı eleştirmenler bu albumun pop Rainbow dönemi başlangıcı olduğunu söylerler, evet popüler çizgiye kayma başlıyor ama çok baba albumdur gene de!

Üçüncü dönem vokalist Joe Lynn Turner’lı dönemdir ve bence en zayıf halkadır! Turner daha sonra Malmsteen ’in oyuncak projesinde de aynı etkiyi yaratacak, sesiyle mecburi bir yumuşamaya ve grubun iyice popüler çizgiye kaymasına sebep olacaktır. Bu üç albumden en begendiğim özellikle muhteşem A yüzü ile Bent Out Of Shape. Ancak en popüler(!) parça Street Of Dreams de bu albumde.. Artık gerçekten AOR denen kolay dinlenir poprock çizgisine gelmektedir grup.

Sonuçta 75-83 arasında 7 studyo albumu, bir kaç konser ve best of yapan grup 84’de dağılır. Blackmore bir süre eski grubu Deep Purple’la takılır, yanında da Glover’ı götürür. (Daha oğlu Jürgen ergenleşmediğinden Rainbow’u bitirdi sanırım:)) Bu dönemde Deep Purple’ın efsane Perfect Strangers’ı çıkar ama sonrasında Purple House Of Blue Light’la kendini tekrarlar Purple. Blackmore The Battle Rages On albumunde de çaldıktan sonra proje oyuncağı Rainbow’u tekrar biraraya getirir. Gillan, Lord ve Paice; Blackmore’a ancak üç album dayanabilmişlerdir. Glover’sa malumunuz hala Purple’da…

Rainbow’un Ritchie Blackmore’s olarak geri dönüş albumu Stranger In Us All 95’de vokalde Doogie White’la çıkar. İyiden hallice bir albumdur. Wolf To The Moon, Black Masqurade ve Ariel gibi iyi parcalar var. Kapanış parçası Still I’m sad’i ilk Rainbow albumundeki enstrumental haliyle hatirliyoruz. Tabi bu olağanüstü melodinin vokalli hali de hoş olmuş. Sürprizse dokuzuncu parça; Daha önce Savatage’den enstrumental dinlediğimiz Hall Of The Mountain King’i senfonik metal severler hala dinlememişse ölsünler:) Bence albumun en iyi parçası… Turner’lı albumlerden daha çok sever Rainbowcular bu albumu ama Blackmore bu album sonrası, albume de beste ve arka vokaliyle katkı yapan Candice Night’ın dümen suyuna gider ve Rainbow’u bitirir. Blackmore’s Rainbow da oluverir Blackmore’s Night:( Sonrası günümüze kadar ticari bir yığın best of, konser ve DVD’den ibaret. Ülkemize gelecek Over The Rainbow 2009’da kuruldu ve jr.Blackmore dışında Rainbow’da çalmış elemanlardan kurulu olduğundan seyredilmeyi hakediyor. (Maalesef vokalde J.L.Turner var) Bu konser, Rainbow’un eski cdlerinin tozlu raflardan kurtulması için de bir şanstır. “Give them a chance” diyelim bu grubu tanımayan genc dimağlara… Siz de Blackmore ya da Gökçek gibi bir babanız olsun istemez miydiniz?

Not: Aksam Ankaraspor Cimbom maçındaydı Başkumandan Gokçek paşa, oğlunu göremedim ama. Pek mutsuz gorunmuyordu mağlubiyette dahi, e artık daha pahalı bir oyuncağı var nasıl olsa...