30 Mart 2010 Salı

25 Mart 2010 Perşembe

Sonisphere Festival 2010 Uzun Yazı!

Daha önce epey haber verdik Sonisphere’in Istanbul etabı hakkında, biraz da detay bilgi verelim;

25, 26, 27 Haziran’da İnönü Stadı’nda;

Heavy Thrash Metal tarihinde “big four” diye anılan, Türkçe Dört Büyükler diyebileceğimiz, thrash metal devleri Metallica, Megadeth, Slayer ve Anthrax aynı anda sahneye çıkacaklar ki bu 4 grup, thrash, speed ve hardcore gibi dönemin türev akımlarının en iyi temsilcileri olarak “Big four” yani dört büyükler olarak bilinirler. Thrash’in zirve yaptığı 1991’de, Metallica dışındaki üçü Amerika’da biraraya gelip konser verebilmişlerdi, ama 4’ü aynı konserde sahne alamamıştı. İşte bu yüzden bu yılki Sonisphere etaplarında bol bol “ilk kez 4’ü bir arada!” konsepti işleniyor. İstanbul’dan önce bu dört grup dört ülkede daha birlikte sahne alacaklar. Belki arada sahneye birlikte çıkıp sürprizler, doğaçlamalar yapacaklar? Hep birlikte göreceğiz…

Dört büyüklerden Metallica dördüncü kez geliyor İstanbul’a, eski konserlere yer vermiştik blogda. Megadeth ve Slayer da birer kez geldi diye hatırlıyorum, demek ki Anthrax siftah yapacak; Onları en çok yok edilen Amerika yerlilerini savundukları Indians’la hatırlıyoruz. Rap Metal konusunda da başarılı çalışmaları var, bu türe ilgi duyanlar kaçırmasın! Tabi gece thrash gecesi olacak diye I’m the man, Bring the noise, Starting Up A Posse gibi rap parçalarına yer vermeyebilirler…

Heaven & Hell’i bilmeyen kalmadı ama gene de yazalım; Black Sabbath’ın telif hakları grubun solisti Ozzy Osbourne ve biricik (!) karısı ve de menajeri Sharon’un elinde, bir kaç yıl önce Black Sabbath markasının iyi yönetilmediği gerekçesiyle diğer hakim ortak Sabbath’ın gitaristi Tonni Iommi’ye dava açmıştı bu ikili. Bunun üzerine grup diğer baba solist Dio ile modifiye edildi ve telif sorunlarını delmek için Heaven & Hell diye yeni bir oluşuma gidildi. Aslında kadro Dio’lu Black Sabbath’dır, üstelik Heaven & Hell adıyla geçtiğimiz yıl The Devil You Know adında çok baba bir album de yayınladılar. Yani karşınızda kanlı ve canlı olaraktan Heavy Metal’in mucitleri sahne alacak!

Ayrıca Dio’lu ilk Sabbath albumunun adıdır da Heaven and Hell. Kutsal yıl 1980’de rock müziği punk’ın işgalinden kurtaran albumlerden de biridir. Mob Rules, Born Again, Dehumanizer albumlerinde de solist Dio’ydu… Maalesef Dio şu an kanser tedavisi görüyor, umarım Sonisphere etaplarında herhangi bir sağlık sorunu yaşamaz…

Manowar daha önce Yedikule Zindanlarını fethetmişti, şimdi İstanbul’u fethedecekler kılıçları, pardon gitarlarıyla:) Epik power metalin en iyilerinden Manowar ve gaz bir grup oldugundan seyirciyi inanılmaz galeyana getirebiliyor, “Haydi Viyana’ya yürüyoruz!” deseler, gider alır geliriz bu kez:) Bir de babayı Turkce soyleme ihtimali varki seyirciyi düşünemiyorum o vakit…

Yeni nesil metalcilerin sevgilisi, Almanya’nın medarı iftiharı Rammstein ülkemize ilk kez gelecek; Grunge’ın iyi örneklerinden Alice In Chains, yerli gruplar Manga ve Hayko Cepkin’le birlikte alternatif tarzlardan hoşlananlar için iyi seçimler bence. İngiltere ayağında Placebo, Finlandiya etabında da HIM var Sonisphere’in aynı kontenjandan. Tabi bu kadar büyük bir konserde, organizatörlerin haklı olarak farklı dinleyici kesimlerine bilet satmak istemelerini mazur görmek lazım…

Sonisphere acaip bir oluşum; Şu ana kadar 11 ayrı ülkedeki konserlerini açıkladı ama tartışmasız en iyi kadro, en iyi etap İstanbul’daki!

Diğer konserlerden Knebworth İngiltere’de headliner Iron Maiden, Varşova’da ve Prag’da Dört Büyükler var, gerisi fos. Bizdekine en yakın kadro İsviçre’de: Orada bizden farklı olarak Motörhead var, ama bizde de Rammstein ve Manowar var! Ama şu da var, konserin üç gün sürdüğü tek şehir İstanbul! Ha bir de Bükreş…

Bükreş’te çalan gruplar İstanbul’la aynı. O vakit problem şu; gruplar tahminen dönüşümlü olarak Bükreş İstanbul arasında mekik dokuyacak ki akla geçen yıl Dream Theater’ın Bulgaristan’dan gelirken yaşadığı sorunlar ve neredeyse iptal edilecek olan konserleri geliyor. Kaldı ki Romanya Bulgaristan’dan da uzak. Umarım organizasyon aksamaz.

Neyse bu kadar önemli uluslararası bir organizasyonun en değerli ve geniş katılımlı etabını İstanbul’da yapan organizatörler Sonisphere Purple Concerts ve Kilimanjaro Live’ı tebrik ediyoruz. Bu arada hayatımın en iyi doğum gunu partisini ve hediyesini de alacağım için ayrıca mutlu ve gururluyum…

Gel vatandaş gel; İster laik ol, ister ateist, hatta agnostik ve hatta aczmendi ol, gene gel; İnönü’ye gel, tarihe tanıklık et! Biletler 5 Mart’tan beri Biletix’te satışta, iyi de satıyor ona göre!

Çok Önemli Not: Çok değerli Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 25, 26, 27 Haziran tarihlerindeki program ve yol güzergahı belirlenirken konser bölgesinden uzak bir rota çizilmesini umut ediyor ve ülke metalcileri olaraktan kendisine saygılarımızı bir kez daha sunuyoruz…

Yandaki işaretin herhangi bir siyasi partiyle alakası yoktur! Açıklaması burada … Bilmemek ayıp değil ama öğrenin gari!

12 Mart 2010 Cuma

Klibal Enfessiyon I


Kafamda yer eden eski video klipleri koyacagim bloga arada bir... Gitarla banka soygunu nasıl yapılır, uygulamalı olarak bu kılipte:)

Havaya havaya bütün eller havaya!

AçılışI metal tanrısı Judas'ın komşu Yunanistan konserinden yaptıktan sonra ülkenin medarı iftarı Pentagram konserinden bol devil's horn depoluyor, son olarak da Megadeth'den Mega bir showla bitiriyoruz illaki...

9 Mart 2010 Salı

Üç kişilik Dev Orkestra: RUSH

Bu grup ne biçim müzik yapıyor ya, bu akorlar sinth’ler bir şeye benzemiyor. İyidir oğlum bu grup, bateristleri de dünyanın en iyisiymiş. 80’lerde bu muhabbetler dönmüşse muhakkak konu Rush’dır. Yaptıklarının anlaşılmamasının nedeni de 70 ve 80’lerde henüz progresif metalin icat olunmamasıdır. Yani bu dönemde prog rock grubu yığınlaydı ama Rush kadar serti yoktu. Bügün Dream Theater, Spock’s Beard, Porcupine Tree gibi önemli gruplar var piyasada ki bu türün yolunu açan Rush’dır…

İlk Rush’ı bir toplama rock/metal albümünde dinlemiştim. O zamanki müzikal birikimimle ne yaptıklarını çok anlayamadım ama kaliteli ve özgün olduğunu elemanların virtüözite sınırlarında olduğunu da idrak etmiştim. 90’larda progresif’e kaydığımda da tüm albumlerini toparladım.

Çok acaip kuralları olan istikrarlı bir Kanada grubu Rush. Bu haliyle Anvil’ı anımsatıyorlar. Düzenli albumler, her 4 albumde bir konser albumu. Bunlar herkezin bildikleri kurallar… Onları diğer gruplardan ayıran en önemli özellik albumdeki tüm seslerin aynı anda grup elemanlarınca yapılabilmesi ve bundan ötürü konserde şarkıları aynen icra edebilmeleri. Çok anlaşılır bir şey yazmadığımı farkettiğimden biraz açayım. 78 Hemispheres albumuyle grubun beyni, solist ve basçısı Geddy Lee, synth de çalmaya başladı. Ancak bas, synth partisyonları o kadar ustaca düzenlenmişti ki birbirleriyle hiç kesişmiyordu. Bir de bu ikisini yaparken vokali de aksatmıyordu! Beyninde ekstra bir lop olabilir:) Yani teknoloji, üste kayıt gibi katakulliler yapmadan studyoda nasıl çalıyorlarsa konserde de aynen çalar Geddy Abi ve diğerleri. O yüzden Rush’ın her studyo albumu çok değerlidir, ama konser albumleri bulunmaz nimettir.

İkinci acaip fark baterist Neil Peart’dır. Baterist demek hakaretamiz olabilir zira o dünyanın en iyi perkusyoncusudur tartışmasız. Vurmalılarla tek başına olağanüstü müzikler yapabilir. Geldiği son nokta Rush In Rio’daki O Baterista’ydı. (Daha iyisini yapana kadar en iyisi bu:)) En iyi enstrumental Grammy adaylığını kılpayı kaçırmıştır bu dehşet performans. Üçüncü acaip fark da bir rock / metal grubunda gitaristin bu kadar arka planda kalmasıdır. Lifeson’la alakalı değil durum ki canavar gibi çalar her tür gitarı, sorun Geddy ve Peart’ın aynı anda bir kaç kişilik performans göstermeleriyle alakalı…Dördüncü ve sonuncu: Kötü Rush albumu ya da şarkısı yoktur, hatta rivayet edilir ki dünyanın en dandik şarkısını verin ellerine adam etsinler, tabi bu olamaz Rush sadece kendi şarkılarını çalar. Gerçekten şarkı standartları ortalamanın çok üzeridir. Tabii ki daha iyi ve çok iyi şarkıları vardır, ama kötü Rush parçası yoktur, olamaz. En azından elemanların performansı için dinlersiniz…

Albumlere zıplarsak, ilk album Led Zeppelin esintileri taşır. Bu albumun en beğenilen şarkısı grup tarafından konserlerde de çalınan Working Man’dir. Bu albumden hemen sonra bateriye Peart geçer ve grup o günden bugüne aynı kadroyla gelir! Aradan yıllar geçtikten sonra Dream Theater ilk albumunde feci bir Rush esinlenmesi ile girmişti piyasaya. Yani ilk albumler genelde grubun tarzını arama albumleridir, mazur görmek lazım bunları. Ama sonrasında Zeppelin’i Rush öyle bir uçurdu ki sanırsınız Apollo…

İkinci albumle progresif öğeler girer müziklerine. 12 dakikalık Necromancer ve 20 dakikalık The Fountain Of Lamneth’la 70’lerin prog gruplarına benzer Rush. Uzun prog parçaları birbiriyle melodik olarak bağlı da olabilir, irili ufaklı farklı melodiler birbirine ustalıkla bağlanadabilir. Necromancer ağırdan hızlıya ritmlerle gider, pat diye durur, tekrar başa döner. Lamneth ise akustik başlar, sonra coşar. Lamneth daha epik, melodiktir Necromancer’a göre ve ilk baba Rush parçasıdır bence… Bu album az satan albumlerinden olur Rush’ın. Kritikler uzun parçalara bağlar az satışı, ama Rush müziğinden ödün vermez!

Fly by night albumunde aynı adlı parça, Anthem, uzun parça By Tor And The Snow Dog diğerlerinin önüne çıkar. 74’de çıkan 2112 albumunun ilk yüzü baştan sona konsept bir şarkıdır, mükemmeldir. B’nin açılış parçası A Passage To Bangkok da iyidir, bu şarkının konser versiyonlarında Lee’nin girişte yaptığı uzakdoğu efektini Peart cowbell’le yapar. Nadir farklı konser yorumlarından olur Peart da bateristten öte nasıl bir adam olduğunu, kısaca farkını ortaya koyar. 2112 o döneme kadar en çok satış yapan albumu olur, Rush böylece o güne kadar hakkındaki kritikleri, söyleyenlerin münasip bir yerine koyduktan sonra kendi yolunda devam eder. A Farrewell to kings ve Hemispheres albumleri çok iyidir. Hemispheres’le birlikte Geddy Lee Synth de çalmaya başlamış sanki gruba bir eleman daha dahil olmuştur. Şarkı ayırdetmek mümkün değil, farklı konserlerde bu iki albumun hemen her parçasına yer verirler.

80’lerle birlikte Rush’ın artık popülerleştiğini, ciddi bir hayran kitlesi oluşturduğunu görüyoruz. Permanent Waves’de Free Will ve bir çoğunun en favori Rush albumu Power Windows’da Tom Sawyer! Tom Sawyer, konserlerin en arananı, en katılımı yüksek olanı, Rush’ın en iyi parçalarından biri haliyle. Signals da önceki iki albumun biraz gerisinde kalsa da açılış parçası Subdivisions harikadır. Bu albumle çevre, yeni dünya düzeni, teknoloji gibi daha reel ve guncel sosyal konulara yönelir Rush’ın şarkı sözleri. Synth de pek uyar bu anlatıma. 84 Grace Under Pressure gene muhteşem, plak koleksiyonumun önemli bir parçasıdır. Rush’ın zirve dönemi devam ediyor. 85 Power Windows’da sinth’ler yoğun, bu dönemki sound’u daha az seviyorum. 87 Hold Your Fire ve 89 Presto ile zirveden biraz aşağı iniyor Rush, yani zirvenin eteklerindeler, ama hala özgün ve iyiler, orası muhakkak… Sound gene daha synth ağırlıklı, 80’lerin synth popunu anımsatıyor, o yüzden biraz uzağım bu döneme. 89 Show Don’t Tell ve 92 Roll The Bones da aynı sound ve çizgide hemen hemen. 93 Counter Partsla birlikte tekrar sertleşiyor soundları, Counterparts’ın kelime anlamı birbirini tamamlayan dişliler ki Rush’a cuk oturuyor.. Bu arada adı gibi harika da bir album! 96 Test For Echoes’dan favorim Driven! 2000’lerden favori albumum ise tabii ki Vapor Trails. One Little Victory’deki bateri ritmi inanılmaz, konserde Peart’ın bu ritmi döndüre döndüre çalışını görmek daha da inanılmazdı… 2004 Feedback EP’sinde kuruluşlarının 30. yılı şerefine sevdikleri, müziklerine yön veren eski grupların şarkılarını yorumluyorlar. 2007’de son studyo albumleri Snakes And Arrows çıktı.

Kısaca en beğendiğim dönemleri 76-85 arası. Progresif, sinth ne ararsanız var bu dönemde, tabi uzun parçalar… Ama dediğim gibi Vapor Trails da çok güzel, konserlerinin hepsi birbirinden güzel… Dört gözle bekliyoruz Türkiye’ye gelmelerini…


Son olarak bu ayın albumune koyduğum Rock In Rio’dan bahsedeyim: Bu konser tüm zamanlarda en çok izlediğim DVD’dir. Her yönüyle, ses, görüntü, kurgu ve tabii ki Maracana Stadı’ndaki 40 bin futbol holiganıyla… Bu ülkeye ilk kez gelmelerinin de etkisiyle seyirci enstrumental şarkılarda dahi inanılmaz etkin ve kayıtta seyirci sesine hiç müdahele edilmemiş, hatta belki de edilememiş:) Rush’a başlamak isteyenler için de her dönemlerinden ve tarzlarından en iyi örneklerin yer aldığını söyleyelim… Her şarkı olağanüstü ama, adrenalinin had safhada olduğu Tom Sawyer, O Baterista, YYZ daha bir adım öne çıkıyor ki son iki parça enstrumental.

Seyirci katılımı konusunda YYZ’in ötesinde bir performans yapılabileceğinden de emin değilim, yani Maiden’ın Fear Of The Dark’ını ikinci sıraya attım. Belki Maiden sonradan geçer bu performansı ama Britanya’da değil ancak gene Latin Amerika’da yapabilir bunu!

4 Mart 2010 Perşembe

Sonisphere Türkiye!


Hangisiyle etiketleyeceğimi şaşırdım. Afişten de görüldüğü üzere Türkiye'de şimdiye kadar görülmemiş bir festival olacak. Manowar da ismi sızmayıp süpriz olanlardan. Buradaki resmi sitede bütün detaylar mevcut, bilet fiyatları da şöyle. Grup listesinde Volbeat da var haberler kısmında, fakat son onay gelmediği için afişe konmamış henüz. Biletler 5 Mart cuma Biletix'te satışa çıkıyor. Festival 25-27 Haziran'da İnönü stadyumunda. Metallica ve Heaven & Hell süpriz yapabilirmiş. 2011 Sonisphere festivalinin de iki headliner'ı konserlerden önce açıklanacak diye bir dedikodu duydum ki aklıma tek bir isim geliyor "Iron Maiden". Neyse, sakinleştirici bir şeyler arayayım ben...

edit, ekleme: Afişte görülen şeyleri de tekrar yazmışım, heyecanımı mazur görün :)