23 Şubat 2008 Cumartesi

Ismarlama Album & Beleş Klip Dönemi


Nil Hanımefendi’nin yeni klibi çıkmış, hayırlı olsun. Ruhu desen desenmiş ismi. Ama klipte niyeyse hep çoraplar gösteriliyor, derken eşim araya giriyor. Nil penti reklamlarında boy göstermiyor muydu? Klip de beleşe geldi mi ne?

Zaten biz ilk ne zaman gördük Nil’i dağda bayırda sevgili kovalarken, yok özgür kızmış, aslında turkcell kampanyasıymış. Sonra da “ama ben harbiden özgürüm” diye girdi piyasaya… Ama hakkını teslim edelim ki Nil güzel reklam cıngılı besteliyor, sonra bunların şarkı versiyonları ile turnayı gözünden vuruyor.

Bir önceki albumunde de tek taşımı kendim aldım şarkısının ardından zaten işi gücü tek taş talebini artırmak olan Diamond Trading Company (DTC) balıklama atlayarak aylık kadın dergileri ile birlikte model olarak Nil’in kullanıldığı tek taş reklamları vermemiş miydi? Tabi piyasada tek taş satışlarının patlamasını bir kenara koyarsak Nil’le DTC ortaklığı şarkının ardından doğaçlama mı gelişti, yoksa herşey planlı mıydı?

Aha tv’de “oh be” başladı, kim söylüyor? Rebel moves! Aaa bu reklamdaki lego tipli elemanlar avea reklamının başrol oyuncular değil miydi? Vay be

20 Şubat 2008 Çarşamba

Pop müzik, yoz müzik II


Pop müzikle ilgili kavram kargaşası ülkemizde daha belirgindir. Türk popu 60’larda yabancı parçalara Turkçe söz yazılması ile başlamış, özgün örnekler ise Anadolu Pop / Rock patlamasıyla gelmiştir. 70’lerde ise Türkiye genelinde TRT sansürünün tüm topluma sirayet etmesiyle Popüler Türk Müziği sarayın(!), arabesk ise halkın müziği halini almıştır. Halk ve Sanat müziği de istenen normlarda, kalıplarda TRT’de yer bulabilmiş, zaman zaman popüler sanatçılar da çıkarmıştır. Halbuki bu dönemde doğru düzgün bir ölçüm yapılamamasına karşın yılda en az bir album yapan Orhan ve Müslüm Babaların en azından metropoller dışında, özellikle Anadolu’da diğer rakiplerine fark attığından dolayısıyla ülkemizde pop müziğin ağababasının arabesk olduğundan bahsedilebilir.

80’lerde ise şehre göçlerin hızlanması, varoşların büyümesi sonucunda arabeskle pop arasında bir köprü olarak nitelendirilebilecek taverna müziği, akabinde de fantazi müziği ortaya çıkmış, toplumun hızla arabeskleşmesi süreci de başlamıştır. Aslında yaptıkları light arabesktir! İlkinde piyano / tuşlu çalgılar ağırlıklı ikincisinde ise adet ve dozu azaltılmış kemanlar hakim unsurdur: Tabiri caizse az acılı Adana:) Bu dönem satışlarda açık ara önde olan şehrin elit ya da varoş tüm kesimlerine hitap edebilen Coşkun Sabah’tır! 80 sonlarında varoşların artık şehrin önemli bir bölümü haline gelmesi sonucunda şehir kültürünün köy / kasaba kültürünü masedememesinin doğal sonucu arabesk popun merkezine yerleşmiştir. Kayahan ve Sezen Aksu’nun bu dönem yaptıkları da şarkı sözü ve armonik açıdan arabesktir, sadece yorum ve kullanılan müzik aletleri farklıdır. 90’larda terse hareketler başlar: Tatlıses, Türk hal müziği ile başladığı kariyerini sürekli artan kemanlar ve şiveli ağdalı yorumuyla fantazi / arabeske dönüştürür. İstanbul’un bir asırlık Romanları da bu melez müziğe destek verir: Seda Sayan, Kibariye gibi zıtarları piyasaya sunar! Kırmızıgül ve Özcan Deniz’in ilk dönemi ise ne idüğü belirsiz türlerden tekno türkü çağıdır: Folk etkileşimli, tekno ritmli garip bir ucube:)

Dünyada ve ülkemizde gelinen son nokta ise aynı: Mp3 çağında herkes herşeyi dinliyor, çünkü internet sayesinde beleşe ya da ucuza ulaşabiliyor. Ancak bu sürecin sonunda insanlar hard disklerini doldurduktan, cd ve dvd’ler dolaplardan taştıktan sonra seçici olacaklar ve kaliteli müziklere yönelecekler diye umuyoruz:)


Pop Müzik Yoz Müzik I

19 Şubat 2008 Salı

Bon Jovi ve Kerrang üzerine bir deneme yazısı!


Metal dinlemeye başladıktan kısa bir süre sonra Bon Jovi’nin aynı adlı ilk albumunu doldurtmuştum. Runaway, roulette gibi sıkı parçaların yanında, garip gramerli vıcık pop şarkısı “she don’t know me” de vardı bu albumde! Grup hızla tanınırken metal dergilerinde tarzları da pop-metal diye yazılmaya başlandı. Yani pop ve metal kelimelerinin biraraya gelmesinin miladı oldu Bon Jovi! Bu dönemde Kerrang en bilindik, saygı gören metal dergisiydi. İlk sayısı 81 yılında yayınlanan derginin album ve şarkı listeleri çok önemsenir, bant kayıt stüdyoları oradaki değerlendirme ve sıralamalara göre yeni çıkan plakları ithal ederdi. 86’da ikinci el birkaç Kerrang dergisi bulmuştum. Yılın ödüllerinde Bon Jovi’yi “yılın en iyi bayan vokali” kategorisinde gördüğümde de epey gülmüştüm:-) Gerçekten pürüzsüz ve hatun gibi sesi vardı elemanın!

İkinci album 7800 Fahrenheit ilki kadar kadar beğenilmedi. Çok satsın kaygısıyla yapılmamıştı ama şarkılar vasattı. Gene de Only Lonely gibi hoş bir parça vardı. Derken Slippery when wet çıktı. Piyasa allak bullak oldu, pop metali yuttu:( Bu albumde you give love a bad name gibi metal tarihinin en yalama şarkılarından biri vardı. (Ahdım olsun ki bir gün you gave rock a bad fame diye bir beste yapacağım!) Ama ardından çıkan New Jersey albumundeki Bad medicine ve sonraki albumde keep the faith’le seviyesizlik ve kalitesizlikte dip olmadığını gördük. Artık Bon Jovi gözümüzde ölmüştü! Gene 80 ortalarında Metallica’nın thrash hareketini başlatıp zirveye hızla çıktığı dönemlerde Hetfield’ın ‘Jackson King V’ gitarının sapında “kill bon jovi” yazardı! Bu kadar duygulara tercuman olunur be!
Bon Jovi ile birlikte popa yakın sound’un yanısıra makyajlı errrkek modeli tekrardan hortladı. Yeni imajda errrkeklerin saçları da hep Jon Bongiovi gibi permalıydı. Bon Jovi’nin açtığı patikada Stryper, Poison gibi gruplar 70’lerdeki glam’in devamı, kulağa değil göze hitap etmeyi tercih ettiler… Sonuçta da taaa Beatles’dan beri erkek elemanlı grupları izleyen, sahnede, sokakta farketmez her gördüğünde sürekli bağıran bir genç bayan güruhu da hep olagelmiştir. İşte Manowar “posers leave the hall” derken ya da Pentagram konserinde “popçular dışarı” diye bağrılırken tepki hep bu zihniyeteydi. Sonra devir değişti. Metallica logo, imaj, tarzıyla yerle yeksan olurken, Kerrang dergisi de irtifa kaybetti, gözden düştü. Metalin savunuculuğundan britpop’un köpekliğine terfi etmesi bile eski itibarını getirmedi. Ancak 2000’lerde numetal tarzı gruplarla birlikte dergi tekrardan canlanabildi! Numetalin hiphop etkileşimli bir tarz olduğunu düşünürsek derginin geldiği nokta vahim! Zamanında Bon Jovi ile daşşak geçen dergi, bizzat daşşak oğlanı oldu anlayacağınız. Bon Jovi’ye ölüm fetvası veren Hetfield ise hala psikolojik tedavi görüyor:) Ben, Bon Jovi’yi arada bir klibine yakalanma durumu hariç dinlemiyorum. İstanbul’a geliyorlarmış yazın, bir sürü Baba grup geliyor bu sene, gitmeyin paranıza yazık diyorum, ama zevk de, para da sizin elbet… Wiki Bon Jovi'yi hardrock grubu kabul etmiş, eh metali yeterince pislediler biraz da rock’un içine etsinler bari:)

R.I.P. BON

9 Temmuz 1946 - 19 Şubat 1980



Tüm trajik ölümler

17 Şubat 2008 Pazar

Yngwie J. Malmsteen: O bir gitar efsanesi(ydi)!

Uzunca bir sure adındaki J’nin (*) ne olduğunu merak ettiğimiz gitar virtüözü -eh o zamanlar ne net var ne kaynak-, hatta ben abiye Jesus'u uygun bulmustum, gitar peygamberi gibisinden:) 85 de ilk marchin out albumu ile dinledik Malmsteen ve saz arkadaşlarını. Sert bas volumlü harika bir albumdu. Barok, klasik müzikten etkilenen Jon Lord ve Ritchie Blackmore benzeri bir müzik yapmasından dolayı çok sevmiştik onu! Albumun üçüncü parçası Don’t let it end eşsizdi!!! Slow girip harika rifflerle sertleşen tüm zamanların en güzel metal parçalarından biriydi! Beşinci parçada da "I'm a viking" diye olayı bitirmişti aynı adlı şarkıda: “As the ships of my home dissappear, I sail over the seas without fear…” Gercekten viking denizcilerinin epik oykusu bu kadar guzel anlatılabilirdi. Hemen sonra 86’da çıkan Trilogy’i doldurttum, dorian gray'den. Bu muhteşem albümün krom Basf kasetteki kaydı sapasağlam durur hala. Trilogy Suit Op.5 tüm zamanların en guzel enstrumentallarından biriydi… Ve daha sonra da Yngwie G. Malmsteen’s Rising Force (84)adlı ilk albumu kaydettirdik. Sadece iki sarki da vokal olmasına karşın keyifle dinlenen bir albumdu! Vokal olan "Now your ships are burned" deki harika riff'i o dönemler pek algılayamamıştım. Tüm yazılarında esinlendiği gitaristin adını vermekten kaçınırdı Malmsteen.Biz de tarzının Rainbow ve Ritchie Blackmore’a benzemesi nedeniyle onu örnek aldığını sanırdık. Ancak sonra açıkladı ki esinlendiği gitarist Hendryx’ti, gitar çalmaya da Hendryx’in ölüm haberi ile 7 yaşında başlamıştı. Now you your ships are burned Hendryx şarkılarına ciddi benzerlikler gösteren harika bir şarkıydı ve abisinin dersine iyi calistığını gösteriyordu. Ama sonra abi hem birbirine benzeyen karambol soloları, hem sarkiları ile hep kendini tekrarladi. İlk iki albumde Jeff Scott Soto, üçüncü albumde ise Mark Boals vokal yapmıştı. O güne kadar isimlerini duymasak da sesleri müziğe uygun yırtık kısık seslerdi. 4. album Odysey’in solisti ise daha önce Rainbow’un üç albumunde solistlik yapan Joe Lyn Turner'dı, sonuçta ortaya imitasyon Rainbow bir album çıktı tabi... Rainbow’u daha popüler yapmak için Turner’a vokali veren Blackmore’un yaptığı hatanın aynısını Malmsteen de yapmıştı. Müziğinin ruhuna uygun olmayan Turner’la grubun soundunu yumuşattı. Daha fazla sattı belki ama grup sound’unun tüm orjinalliğini de kaybetti. Bir de bu albumle o güne kadar bas dahil tüm gitarları çalma özelliğinden vazgecti! Ağırlıklı olarak Ozzy ve Gary Moore’la çalışan Bob Daisley dört parçada bas çaldı… Sonraki iki albumu Eclipse ve Fire and Sky’ı da birkaç kez dinledikten sonra attım bir kenara. Sonuçta İlk 3 albumu alın arsivleyin derim, gerisine karismam …

En son G3 konser serilerinden birinde Satriani ve Vai ile birlikte seyrettim. Abi iki misli olmus, ama eski günlerin hatırına izledim... Bu arada ilk albumunde feci Malmsteen’i taklit eden Cem Koksal da Joe Lynn Turner’in vokalistliğinde DVD çıkarttı, yolu açık olsun! Bu bilindik bir yıldızla birlikte album yapan ilk Türk metalcisi oldu sanırım…

(*) J Johann olup Johann Sebastian Bach’ın anısına konmuştur!

Örovizyon’dan Ösym’ye dikey geçiş!


Her sene nefretim daha artsa da bu saçma yarışmayı seyretmeden duramam. Ülkelerin bazen geleneksel, bazen de populer kültür ürünü şarkılarla katıldığı bu yarışmanın en sinir bozucu tarafı puanlama kısmıdır. Ülkeler kendi kültürlerine yakın ülkelere ve komşularına mutlaka puan verir. İskandinavlar bu konuda liderliği kimseye bırakmaz. Kıbrıs Rumların Yunan abilerine 12 puan vermeleri ise Allah’ın emri! Sırf sunucunun dalga geçmesini dinlemek için puan bölümünü BBC’den izlerim. Her defasında sonucu doğru tahmin ettikten sonra dalga geçmesi pek bir keyiflidir spikerin..

Bir süredir bu yarışmanın Türkiye seçmeleri yapılmıyor ve TRT’nin belirlediği şarkıcı veya grup ülkeyi temsil ediyor. Bu yolla giden Sertap’ın birinci olmasından sonra sittin sene bu şekilde katılacağımız kesin bu yarışmaya. Athena’dan sonra Mor ve Ötesi de giden ikinci rock grubu oldu. Dinledik şarkıyı, britpop özentisi bunalım şarkılarından birini yapmamış allahtan Mor ve Ötesi. Pentagram’dan Tarkan Gözübüyük’ün prodüktörlüğünde hazırladığı tek düzgün albumu dünya yalan söylüyor standardında bir parça yapmışlar. Lordi’nin maske show’u gibi bir şey yapmayacaklarını bilsek de sahne performanslarıyla beklenenin üzerinde başarı göstereceklerini düşünüyoruz Deli adlı parçayla. Deli deyince niyeyse aynı adlı güzide grup ve Ösym’ye iltifatlar düzdükleri parça geldi aklımıza: ÖSYM gözümü ye:)

15 Şubat 2008 Cuma

Cover Tipi Albümler


Sanırım ilk gördüğüm Tribute albüm Judas Priest için yapılan çift cdlik olanıydı. O zamana kadar böyle bir şeyin varlığından bile haberdar olduğumu sanmıyorum. Helloween'den Testament'ten, ne bileyim Kreator'dan Judas parçalarını dinlemek çok etkileyici gelmişti. Zamanla internetin de hızla yaygınlaşmasıyla bu işin ne kadar yaygın olduğunu farkettim.
Tribute albüm olayının genelde yapılanı yukarıdaki Judas örneğinde olduğu gibi baba bir grubun şarkılarının bir albümde, başka gruplar tarafından çalınmasıyla meydana gelen halidir. Ancak son yıllarda başka bir şey dikkatimi çekmeye başladı. Bu tribute albümlerin yanında, bazı gruplar diskografyalarına tamamı cover'dan oluşan albümler eklemeye başladılar. Bu işe Hardn' Heavy tarihinde ilk olarak kim tarafından, nasıl başlandı diye merak edip araştırınca karşıma çıkan en eski cover albüm olarak Metallica'nın 1987'de yayınladığı Garage Days EP'si çıktı. Çok iddialı değilim daha eskisi de çıkabilir tabii ki. 90'lı yıllarda dinlerken Garage Days'in cover bir Ep olduğunun farkında bile değildim. Daha sonra Guns'ın Spaghetti albümünü edindim, tamamının cover parçalardan oluştuğunu bildiğim ilk albüm bu oldu. Açıkçası o yıllarda Nazareth'ten Hair of Dog ve T-Rex'ten Buick Makane dışındakiler hiç ilgimi çekmemişti ama fikir çok hoş gelmişti. İleride bir grubum olur da müzik yaparsam (yapabildik mi? hayır :) ) ben de kesin sevdiğim şarkılardan oluşan böyle bir cover albüm yapmalıyım diye düşünmüştüm. Her neyse...


Biraz araştırınca Metallica'nın Garage Days'inden bu yana 23 tane cover Hard Rock, Heavy Metal albümüne ulaştım. Liste şöyle;




1987 Metallica - The $5.98 E.P.: Garage Days Re-Revisited



1992 Skid Row - B-Side Ourselves



1993 Guns n' Roses - The Spaghetti Incident?



1996 Slayer - Undisputed Attitude



1998 Metallica - Garage Inc.



1999 Overkill - Coverkill



1999 Napalm Death - Leaders Not Followers



1999 Helloween - Metal Jukebox



2000 Rage Against the Machine - Renegades



2000 Six Feet Under - Graveyard Classics



2000 White Zombie - Super-Charger Hell



2001 Earth Crisis - Last of the Sane



2001 Fantomas - The Director's Cut



2001 Warrant - Under the Influence



2002 Iced Earth - Tribute to the Gods



2003 Sepultura - Revolusongs



2004 Rush - Feedback



2004 Six Feet Under - Graveyard Classics 2



2004 Aerosmith - Honkin' on Bobo



2004 Kevin DuBrow (Quiet Riot) - In for the Kill


2005 Ozzy Osbourne - Under Cover



2006 Def Leppard - Yeah!



2007 Poison - Poison'd!



2007 Tesla - Real to Real



(Bunlar gibi başka cover albüm bilenler var mı?)


İçlerinde bazılarının oldukça ilginç özellikleri var. Mesela RATM'in Renegades albümü tamamen farklı tarzlardaki şarkıların, grubun kendi tarzı tarafından yorumlanmasıyla oluşmuş. Mike Patton'ın Fantomas'ının albümü film müziklerinin .
coverlanmasından oluşuyor ve oldukça hoş bir albüm. Six Feet Under'ın Graveyard Classics 2 albümü ise AC/DC'nin Back in Black albümünün başından sonuna yeniden coverlanmasıyla oluşmuş. Bir albümün tamamının coverlanmasına ilk kez şahit oldum. Dinlediklerim İçinde en beğendiğim albüm ise Iced Earth'ün Tribute to Gods oldu
2000'lerle birlikte piyasada cover albümler daha sık görülmeye başlanmış. Bu sık görülen durumda özellikle son yıllarda Def Leppard, Poison ve Tesla gibi 80'li ve 90'lı yıllardaki popularitelerini 2000'lerde yitirmiş gruplar tarafından da uygulanmaya başlayınca, başka bir düşünce belirdi zihnimde. Acaba iş keyif değil de zamanla ortaya çıkan bir yaratıcılık problemi ve piyasada yeniden yer alma çabası mı? Evet Tesla'dan Thin Lizzy cover'ı Bad Reptutaion'u dinlemek keyifli ama yeni bir şeyler yaratmak yerine, çoğu zaten tutmuş şarkıları yeniden yorumlamak işin biraz beleşe kaçma hali gibi. Ne dersiniz?

Obey your master, MASTER!



14 Şubatta Galatasaray kapalısının kareografisini andıktan sonra iki gün önce bu sefer eski (yeni) açıkta sergilenen gösteriye değinelim... 2000 de gelen UEFA ve super kupa, 2002’de gelen dünya üçüncülüğü sonrası Türk futbolcusu öyle bir şişirilmişti ki hala kendine gelemedi. İşte Kalli 90 başlarında geldiği ilk GS’daki disiplini kurma adına bu yıl inanılmaz işler yaptı. Kadro dışı bırakmaların nihayetinde GS genç ve yerli ağırlıklı bir kadro ile tekrardan disipline olmayı başardı ve şimdi eski günlerdeki gibi Alman ekolünü doğru uygulayan takım olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İşte tıpkı Corleone ailesi gibi GS’da arada bir tökezlese de BABA olduğunu haykırdı Leverkusen’a. Alman liginin en golcü ikinci takımına kaleyi göstermedi. 93'de bu filmin ilk bölümünü Frankfurt'taki Eintracht maçında da izlemiştik! Bu müthiş gösteriye Metallica’dan nakarat seçenler ne güzel yapmış:-)

14 Şubat 2008 Perşembe

Bugün Sevgililer Günü ise diğer günler nedir?


Metalciler boyle romantik günleri pek sevmeyiz! Tıpkı diğer dayatmalara uyuz olduğumuz gibi, kapitalizmin icatlarından anneler günü, babalar günü vs satışları artırma amaçlı girişimlerden de pek haz etmeyiz. Ama eşlerimize jest olsun diye ikinci toplama albümünü bugüne denk getirdik… Bu vesile ile 14 Şubat'a gelen GS - Deportiva maçındaki yurdumun ilk koreografi denemelerinden only you resmini bloga koyuverdim...

11 Şubat 2008 Pazartesi

Pop müzik, yoz müzik!


Aslında bir çoğunun sandığı gibi pop bir müzik türü değildir. 80’lerde diskolarda çalınan ve içinde pop müzik adı geçen parçalar da 70 disko furyasının uzantısı, 90’ların tekno zırvalarının da atalarıdır. Kabaca müzikten ve şarkı sözlerinden ziyade ritmin, nakaratın ön plana çıkarıldığı dans ettirmeyi hedefleyen bir müzik diyebiliriz.

Müzik programlarının ve vitrinlerinin önemli bir kısmını süsleyen pop müzik, popüler kelimesinin kısatması olarak kullanılmaktadır! Yani popüler her şey pop müziğin kapsamını oluşturur. Burada kalite ve tür ayrımı yapılmaz, tek öncelik kaygısı albümün çok satması, hemen tüketilmesidir. Mağazalar genelde en çok sattıkları 10 albumu girişe bir yere dikip gözünüze sokarlar. “Önce bunlara bak, önce bunları al” hayatımızın bilimum evresinde karşılaştığımız dayatmalardan sadece biridir. Sizin yerinize karar veren bir otorite, ne dinleyeceğini söyleyen bir varlık…

Pop müzikte ya da müziğin popülerleşmesinde milat 81’de yayına geçen MTV’dir. Bu tarihten itibaren sırf müzik çalan kanalların hızla çoğalmasıyla görsellik, fiziksel özellikler, klipler ve dansçı kızlar müziğin önüne geçmiş, fiziken yetersiz şarkıcılar ise çaptan düşmüştür. Tabi tür olarak buna uygun hiphop, r’n b ve light (glam) rock grupları daha ön plana çıkmıştır. Müziğe yeni atılan şarkıcılarda bu özellikler aranmış, solo müzisyen sayısı artmış, müzik yapan grup sayısı da azalmıştır.

İnternet devrimi sonrasında ise bilgiye ve her tür marjinal müzik türüne daha kolay ulaşılması, bilinçli dinleyici kesiminin artmasını sağlamıştır. Bu gidişatın sonucunda daha kaliteli tür ve grupların satacağı bir dünyayı düşlüyoruz:)

6 Şubat 2008 Çarşamba

Kilroy bizim blog’daydı!



Efenim “kilroy was here” bizdeki “tosun, yazana koysun” efsanesinin anglosakson versiyonu olup tuvaletlerle sınırlı kalmayıp sokaklara da taşınmış bir grafiti sloganıdır. Aynı zamanda Styx adlı Amerikalı rock grubunun 83 tarihli guzide albumunun de adıdır. Konsept bir hikaye anlatılır bu albumde: Ahlaklı Müzik Cemiyeti (MMM) kurucusu ve lideri Dr. Rightous, kablo kanallar aracılığıyla toplum üzerindeki etkinliğini artırarak her tür rock müziğin yasaklanmasını sağlar. O sırada kahramanımız Kilroy grubuyla turnededir. Rüya tiyatrosundaki konser sırasında bir MMM protestocusu ölü bulunur ve bundan Kilroy sorumlu tutularak tutuklanır ve diğer rock mahkumlarının yanında bulur kendini. Geçmişten günümüze geldiğimizde ise artık tüm işleri ucuz Japon robotları yapmaktadır. Kilroy bir robotu imha edip onun kılığında gezerek etrafa “kilroy was here” mesajları bırakarak peşinden gelecek olanlara yol gösterir…
Bu album sonrasında Styx grubunun Caught in the act turnesinin açılışlarında, yukarıdaki hikayenin girizgah kısmı 9 dakikalık kısa film olarak gösterilmiştir. Ben yıllarca plak iç kapaklarındaki resimlerden hareketle uzun metrajlı filmini boşyere aramışım:)

Albumdeki şarkı sözleri de hikayeye uygundur. 85’te metalle ilk tanışma dönemlerimizde bir arkadaştan plağını almıştım. Direk ilgimi Heavy metal poisoning şarkısı çekmişti. Nakaratında “heavy metalin kulak kanallarını zehirlediği ve toksik artık olduğu”ndan bahsedilmekteydi. Ancak heavy metali yerse de bu şarkı o dönem epey arkadaşımın metale yönlenmesini de sağlamıştır:) Ancak wiki’den linki detaylı inceleyince filmin genel konseptine uygun olarak Dr. Rightous karakterinin, rock ve turevlerinin dinlenmesini engellemek adına insanları etkilemek amacıyla metal sound’lu bir şarkıyla propaganda yaptığını anladım. Zaten Şarkıyı Rightous’u kısa filmde canlandıran davudi sesli Young söyluyordu. Romantik sesli De Young ve Shaw’a da gitmezdi zaten…

Albumun diger baba parcaları açılıştaki bilindik Mr. Roboto, Don’t let it end ve benim favorim just get through this night’tır… Styx’i Boat on the river, babe gibi romantik parcalardan ibaret sananlar bu rock opera’dan farklı tadlar alacaklar…

Kapitalizm öldü, Allah rahmet eylesin:-)


Öldü öldü, harbiden öldü. Nasıl yani demeyin? Ortalık download sitelerinden, forumlarından geçilmiyor. Bir album ya da DVD daha piyasaya çıkmadan düşüyor bu sitelere. Kendi aralarında organize olmuş gruplar divx, ripleme, altyazı vs her tür teknik sorunu çözüp upload’layıveriyorlar filmleri… Aradığınız hemen herseye ulaşabiliyorsunuz. Bitmedi bir de blog’lar var. Burada da 80’ler, underground, plak, kaset kayıtları, yayınlanmamış eserler, ne ararsan millet mp3’lerini upload edip linklerini veriyor. Hala bitmedi: Limewire turu programlarla bir şebeke içindeki bilgisayarlardan indiriveriyorsunuz aradığınız şarkıları. Gene bilgisayarla ilgili her tur programı bulabiliyorsunuz…

İşin hukuki boyutunda değilim. Geçen bu konuda İsvecli bir akademisyeni dinlemiştim: “Isvecte her dört kişiden birinin download yaptığı ve bu kadar genele yayılan bir eylemin suç olmaktan çıktığından” bahsetti. İki milyon kişiyi nasıl toplayıp tutuklayacaksın, nerde yargılayacaksın? Dinlemekten ziyade dağıtımında suç var gibi. Orada kasdedilen de ticaret amaçlı dağıtım olsa gerek.

Sonuçta internet ama nizami, ama gayri-nizami kapitalizmin ruhuna aykırı olarak her tür görüntülü ve sesli kayda beleş ulaşılmasını sağlıyor, bu da kapitalizmin tükendiği, yeni bir çağa girildiği anlamına geliyor. Sanal dünya hızla gerçeğe dönüşüyor: Matrix’e harbiden hoş geldiniz:-)