11 Temmuz 2008 Cuma

Değiştik... Çok değiştik... Onlar da değişti...


Senyor Devioli yazmış, içinde ben de varım nasıl olsa diyerekten rötüşlayarak aldım bloga…

1993… Konser için Türkiye’ye geleceklerini duyduğum zaman dudağım uçukluyor!.. Aylar öncesinden hazırlıklara başlıyorum. Daha doğrusu, başlıyoruz… Şimdiki gençlik şanslı; o zaman bırakın internetten bilet satışını, bilgisayar bile yok! Para da… Zar-zor denkleştirip, normal bir ailenin bütçesini bile sarsacak kadar pahalı olan saha içi girişini garanti altına aldıktan sonra, kıçımız tavana vuruyor! Üstelik, askerde olan Emrullah’a bile bilet ayarlıyoruz!.. Tam hatırlamıyorum ama, bilet fiyatı, standart bir memur maaşının dörtte biri kadar… Sıra, “Ankara’dan İstanbul’a nasıl gideriz?”e geliyor. Sanıyorum Mavi Tren’di 23.00’te kalkan… Biletleri ayarlıyoruz. Jeho İzmir’den arabayla; ben, kız arkadaşım ve Emrullah trenle gideceğiz; Blood RED’le İstanbul’da buluşacağız. Haftalar öncesinden, giyeceğimiz tişörtleri bile ayarlıyoruz.

Sonra… Beklenen gün… Mavi Tren’e biniyoruz… Biniyoruz da…
Trenin neredeyse tamamı, konsere giden, “siyah giyen insanlar”dan oluşuyor… Arada gariban birkaç aile, korkudan gıkları çıkmıyor... Sigara yasağı yok; vagondaki duman bulutundan yanınızdakini bile görmeniz olanaksız… Diğer yandan, sınırsız alkol tüketimi… Uyumak da yasak! Zaten, uyu uyuyabilirsen…
Bir sürü biletsiz; kondüktörü gören tuvaletlere veya diğer vagonlara kaçıyor. İşin ilginci, hiçbiri yakalanmıyor. Sıfır uyku ve üzerimize fena halde sinmiş sigara kokusuyla İstanbul’a varıyoruz.

Hayranı olduğumuz grup sahneye 21.00’de çıkacak ama biz heyecandan, öğle saatlerinde İnönü Stadı çevresindeyiz; binlerce insan gibi… Siyah-beyaz Beşiktaş’ın maçları bile, İnönü’de bu kadar siyah giyen insan görmemiştir! Maçka Parkı’nda “İçeri ne zaman girelim?”in tartışmasını yaparken, davulun akor sesiyle irkiliyoruz… “Oha! Buraya bu kadar ses geliyorsa, içeride nasıldır lan?” Acemiyiz tabi... Gaza gelip, haydi yallah içeriye!.. Kuyruğa giriyoruz. Bu sırada, bir heavy metal konseri öncesi jöle satmaya çalışan lavuklara rastlıyoruz ve dayak yemekten zor kurtulduklarına şahit oluyoruz… Görevliler, konser biletlerini sticker gibi tişörtlerimize yapıştırıyor. Hepimizin eline de birer bandana tutuşturuyor…

İçeri giriyoruz…Beşiktaşlı değilim ama İnönü Stadı’na maç için gitmişliğim var… Çimin zarar görmemesi için zemine özel bir koruma yapılmış, insanlar onun üzerinde… Sahneye bakıyor, kendimizden geçiyoruz: Bu ne lan böyle! Çıkmalarına daha çok var; susuyor, acıkıyoruz. Ama; hem susuz, hem aç kalıyoruz… Öyle fiyatlar var ki içeride… Dışarıdaki bakkalın, sandviççinin 10 katı… Küfür edip, kaderimize razı oluyoruz…

Derken… Ön grup sahne alıyor. Hayatında ilk kez bir stat konseri deneyimi yaşayan güruh, sahnede çok sıradan bir grup olan The Cult’ı görünce bile coşuyor… Ama, 1-2 şarkı sonra sıkılıyor ve eşlik etmeyi bırakıyor. The Cult işini erken bitirip sahneden iniyor, “babalar” için hazırlık başlıyor.

Sahneye biri çıkıyor. Hetfield’a o kadar benziyor ki, millet çığlık atmaya başlıyor. Sonradan, sadece gitarların akorunu yapan kişi olduğunu anlıyoruz… Ve…
Kulakları sağır eden gitar sesleriyle, bir konsere başlanılacak en iyi şarkıyla startı veriyoruz: Creeping Death!.. Orta saha dolaylarındayız… Jeho gaza geliyor; “Daha fazla dayanamayacağım lan, ben ilerliyorum!” diyor… “Body”ci olmanın avantajını da kullanarak, önündeki kalabalığı yara yara, sağ çaprazdan ceza sahasına giriyor. Pardon, sahne önüne ulaşıyor! Kirk Hammett’ın önündeyiz. Arkamı dönüp seyirciye bakıyorum. İnanılmaz! Saha içi, tribünler; 40 bin kişi aynı anda headbang yapıyor… Manzarayı anlatmaya kelime bulamıyorum… Kulak, mide… Yavaş yavaş iflas etmeye başlıyor.

Sonlara doğru, yorgunluktan, gerilere doğru kaymaya başlıyoruz. “One” ile bis de yaptıktan sonra, gece 01.00’e doğru sahneden iniyorlar, biz de bitiyoruz!..
Herkesin ortak fikri: Bundan sonra başka hiçbir şey bu kadar zevk veremez… Gece, bir dürümcüde yenilen adam başı birkaç porsiyon kebabın ardından sona eriyor.
* * *
1999… 6 yılda bu kadar mı değişilir? Evlilik, iş-güç derken, heyecan azalmış… Bunlara bir de Load rezaletini (!) dinlemek eklenince, konsere gitmemeye karar veriyoruz. İyi ki de gitmemişiz!.. Gidenler, ne kadar hayal kırıklığına uğradıklarını anlatıyorlar. Hem onlar sahnede, hem de seyirci sahada, 6 yıl önceki ile kıyaslanamayacak kadar kötüymüş…
* * *
Ve 2008… Bir kez daha geliyorlar… 1993’te o müthiş deneyimi yaşayanların hiçbirinde, zerre kadar heyecan kalmamış. Yaşlar ilerlemiş… Çoluk-çocuk… İşler yoğun… Kusura bakmasınlar, Load rezaletinin üzerine, Reload ve St. Anger yetmemiş, bu yıl Death Magnetic’i de eklemişler zaten…
- Gitsek mi?
- Bakarız be oğlum; daha çok var konsere…
- Valla ben geçen yıl verdikleri bir konserden iki-üç şarkı izledim; ne ses kalmış, ne performans… Load öncesi çalmazlarsa tam skandal olur.
- Tahminen Death Magnetic çalacaklar. 90’lardan beri kendilerini geliştiremediler zaten. Bırak geliştirmeyi, yaşlandıkça bozuldular be abi!..
- Evet… Eskiden benim için ‘İlk 3’telerdi. Şimdi ‘İlk 10’a bile sokmam bir sürü mükemmel iş çıkaran varken… Ama onlar yine de METALLICA!
- İyi o zaman… Ağustos ayı gelsin, karar veririz… Ufaklıklara bakacak birilerini de ayarlarsak gideriz belki...
Bana ait notlar da yorumlarda...

1 yorum:

Blood RED dedi ki...

Senyor Devioli’nin anılarını keyifle okudum ki hayatımın en güzel günlerinden biriydi İnönü’deki buluşma. Ben de anımsadıklarımı aktarayım…

O gün alttan aldığım dandik bir dersin finaline girmiştim. Ankara tayfasının biletleri de bendeydi, şeffaf bir dosyada sınav masasında kuzu gibi duruyor.

Soru: Türkiye ekonomisinde hayvancılığın önemini anlatınız?
Cevap: Oğlum “Lars öküz gibi çalıyor bateriyi” yazsam geçer miyim bu dersten?

Soru: Güncel ekonomik gelişmeleri…

Yeter ulan! Güncel gelişme Metallica konseri, yemişim sınavını dedim tam kalkıyorum asistanın biri şeffaf dosyayı kapmaz mı? “Ooo burda amma bilet varmış, birini alıyorum” Sonrasında asistanı zor aldılar elimden…. Evet Inonu muharebesi provamızı da çikardık aradan, istikamet stadyum!

Gerisini Devrim yazmış, ufaktan eklemeler yapayım. Yemek yemeği unuttuğumdan kelli boş mideme vuran devasa sub’lardan ufak çaplı bir mide spazmı geçirdikten sonra çeyrek ekmek kaşarla tekrar hayata döndüğümü hatırlıyorum. Gene bir ara daralıp santra civarında aynı anda binlerce kişinin headbang yapışına hayran hayran baktığımı da. James’in savurduğu biraları havada kapanları da! Konser sonrası uğultudan kulaklarımın duymadığını, ertesi gün bile uğultunun devam ettiğini.

Son sözüm onlar değişti ama ben asla!